Ülkemizde “Eczacıbaşı” soyadı, haklı olarak pek çok insanda iş dünyasına ilişkin
çağrışımlar yapar. Bu nedenle olsa gerek, Şakir Eczacıbaşı da, iş adamlığının
yanı sıra fotoğrafa, sinemaya gönül vermiş, hobi olarak sanatla uğraşan bir kişi
olarak düşünülebilir ve ne zaman bu konu açılsa, çağdaş Türk resminin
öncülerinden Abidin Dino’nun bir anısı anlatılır: Dino, bir gün Şakir
Eczacıbaşı’nı Fransız heykel sanatçısı bir hanımla tanıştırır ve kendisinin hem
işadamı hem de sanatçı olduğunu belirtir. Kadın, gülümseyerek “Demek ki
fotoğrafçılık hobiniz…” der, fakat daha cümlesini tamamlamaya fırsat kalmadan
Abidin Dino araya girer: “Hayır. Hobi olan iş adamlığı…”
Şakir Eczacıbaşı kendisini nasıl görür peki, iş adamı olarak mı sanatçı olarak
mı? Bu soruyu yıllar önce yine ülkemizin yetiştirdiği çok yönlü kültür
adamlarından, değerli sanatçılarından birisi olan Onat Kutlar ona sormuştur ve
aldığı yanıt önce bir kahkaha, hemen ardından da “her ikisini de çok ciddiye
alıyorum” yanıtı olmuştur. Doğrusu da budur elbet ama belki de mütevazı olduğu
için eksik söylemiştir: Şakir Eczacıbaşı yalnızca işi-ticareti, sanatı değil tüm
bir hayatı ciddiye alan insandır. Ölümünden sonra yakın dostu Doğan Hızlan’ın
dediği gibi “yaşamında ve yaptığı her şeyde mükemmeli aramak onun ilk özelliği
ise, ikincisi de sanatla ilgili bütün girişimlere yardımcı olmak”tır. Hızlan’ın
bu sözlerini destekleyecek çok şey söylenebilir elbette ama söylenebilecek belki
de en somut şeylerden birisi, şu an elinizde tuttuğunuz festival kitapçığında
bile onun izinin, katkısının olduğudur. 12 yıl önce “Sinema Günleri” adıyla yola
çıkan bu festivale ilk destek verenlerden birisi; henüz çok acemi olmamıza
rağmen bize inanan, bizi yüreklendiren ve cesaretle ilk adımı atmamızı sağlayan
kişi; festivalimizin ilk Onur Ödülü’nün sahibi, Şakir Eczacıbaşı’dır.
Londra Üniversitesi Eczacılık Okulu’ndan mezun olan ve 1955 yılında Eczacıbaşı
İlaç Kuruluşu’na katılan Şakir Eczacıbaşı’nın meslek hayatı, iş hayatı da
başarılarla doludur ama sanata duyduğu yoğun ilgi ve bu ilgiyle birlikte
edindiği bilgi, birikim sonucunda gerçekleştirdiklerinin hem çok daha fazla, hem
de çok daha önemli olduğu söylenebilir. Her ne kadar yaptığı işi onun kadar iyi,
mükemmel yapacak birisi zor bulunsa da Eczacıbaşı İlaç Kuruluşu’nun genel
müdürlüğünü ya da Eczacıbaşı Holding’in yönetim kurulu başkanlığını onun yerine
yapacak birisi bulunabilir. Fakat Onat Kutlar’la birlikte, Türk Sinematek
Derneği’nin kurulmasına öncülük edecek başka birisi yoktur. Sabahattin Eyüboğlu
ve Pierre Biro ile birlikte hazırladıkları filmlerle kültürümüzün dünyaya
tanıtılmasına öncülük eden, 1964 yılında Avrupa Konseyi’nin “Kültür Filmleri
Ödülü”nü Türkiye’ye kazandıran, Şakir Eczacıbaşı’dır. Ülkemizin renklerini,
insanını, sokaklarını, çarşısını, balıkçılarını, evlerini, tarihini ve
mekânlarını yurtiçinde açtığı 15, yurtdışında açtığı 25 fotoğraf sergisiyle
gözler önüne seren, unutulmaz kılan odur. Gönül verdiği, tutkuyla sevdiği
fotoğraf sanatı için, ülkemizin değerli fotoğrafçılarının çektiği fotoğrafları
kitaplaştıran, fotoğraf yıllıkları hazırlayandır. Bernard Shaw’ın “Gülen
Düşünceler” adlı kitabını, Oscar Wilde’ın “Tutkular, Acılar, Gülümseyen
Deyişler”ini Türkçeye kazandırandır. Abdi İpekçi’nin isteği üzerine, Milliyet
Sanat dergisinin kurulmasına öncülük edendir.
1980’li yıllarda “Sinema Günleri” adıyla İstanbul’da düzenlenen etkinliğin kısa
sürede Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne dönüşmesinde ve Avrupa’nın saygın
festivallerinden biri haline gelmesinde de onun, Şakir Eczacıbaşı’nın emeği
vardır. Ayrıca bugün festival filmlerini sansürsüz izleyebiliyorsak, bunu da ona
borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Yalnızca film festivali değil, Uluslararası
İstanbul Tiyatro Festivali’nin 1989’dan buyana devam eden ve yurtiçinde olduğu
kadar yurtdışında da saygınlık kazanan etkinliklerinin ardında da büyük ölçüde
onun çabası vardır. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfına (İKSV) yıllarca başkanlık
eden, ilerleyen yaşına rağmen buradaki çalışmalarını, hizmetini aksatmadan
sürdüren ve bu vakfın uluslararası ölçekte beş festival düzenleyen bir kurum
olmasını sağlayan da kendisidir.
Şakir Eczacıbaşı’nı ayrıcalıklı ve önemli kılan, sanata hayatın ve bilimin,
hayata da bilimin ve sanatın penceresinden bakarken aklı, akılcılığı hiçbir
zaman elden bırakmamasıdır. Ondaki akılcılık, estetikle yoğrulmuş, ideallerini,
hayallerini gerçekleştirmek için sabrederek çalışıp çabalamaktan asla yılmayan,
mükemmeli arayan bir akılcılık olduğu için değerlidir, ayrıcalıklıdır.
Bernard Shaw’ın dilimize onun tarafından kazandırılan kitabı “Gülen
Düşünceler”de şöyle bir cümle vardır: “ Yaşam insanları aynı düzeye getirir;
ölüm seçkinleri ortaya çıkarır.” 2010 yılında, 81 yaşında hayata veda eden Şakir
Eczacıbaşı’nın seçkin bir insan olduğunu ortaya çıkaran ölümü değil, yaşamıydı,
yaptıklarıydı; “sanata adanmış bir ömür”dü… Hepimiz için daha güzel bir ülke,
daha güzel bir dünya kurmayı hayal etti ve ardında daha güzel, daha anlamlı bir
dünya bırakarak aramızdan ayrıldı.