Sanırım, bir filmde ya da öyküde, kişinin neyi yanlış yaptığını ve o yanlış
yüzünden başına neler geldiğini görerek daha iyi öğreniyorum. Antagonistler daha
ilginç.
Martin Scorsese
Basın, Scorsese’nin, Masumiyet Çağı’nın
peşinden prodüktörlüğünü Warren Beatty’nin yaptığı bir astronot aşk hikayesi
olan Oceans of Storm’u çekebileceğine yönelik tahminlerde bulundu. Fakat,
Richard Price’ın kendi romanını temel alan senaryosu Clockers daha olası bir
proje gibi görünmekteydi. Ne var ki, sonunda Spike Lee Clockers’ın yönetmeni
oldu ve Scorsese de Universel Pictures’la Casino’yu çekme hususunda anlaştı.
Casino, yetmişlerde Las Vegas’ta mafya ilişkilerini konu alan Nicholas
Pileggi’nin gerçeklere dayanan kitabı üzerine bir projeydi.
Pileggi, konu
üzerine araştırmalarına Sıkı Dostlar’ın tamamlanması aşamasında başlamış ve
kitabını film projesi başlamadan bitirmeyi planlamıştı. Nihayetinde, Scorsese ve
Pileggi daha kitap bitmeden 1994’ün sonlarında beş aylık yoğun bir periyot
süresince beraberce yazarak konu üzerinde bir taslak çıkartmak için çalışmaya
başladılar. Casino, mafya tarafından 1971’den itibaren Las Vegas’taki
gazinoların kontrolünü ele geçirmesi için görevlendirilen ‘Solak’ Frank
Rosenthal’in gerçek yaşam öyküsünü temel almaktaydı.
Chicago’dan çocukluk
arkadaşı olan ve kendilerine engel olmaya çalışanları öldürmekte bir an tereddüt
etmeyen Tony Spilotro restoratör kimliği altında Frank’in korumalığını
yapıyordu. ‘Solak’ın sorunları kimileyin fahişelik ve üstsüz dansözlük yapan
güzel bir krupiye olan Geri McGee’ye aşık olmasıyla başlamıştı. (Frank) ona, 31
yaşında ve mesleki geleceğinin belirsiz olduğunu vurgulayarak, kendisi için
kenara bir milyon dolar koyabilmesine imkan tanıyan bir evlenme teklifinde
bulundu. Fakat, evlilikleri gerek Geri’nin alkolik oluşu ve eski bir
pezevengiyle gayri meşru ilişki içinde olması, gerek Frank’in gazino işleri
içinde boğulması sebebiyle çatırdamaktaydı. Ama, (Geri’nin) Tony ile ilişki
içine girmesiyle kişisel meselelerle işin iç içe girdiği ve ölümcül sonuçları
hazırlayan dönüşsüz noktaya gelindi.
Filmde karakterler yeniden kurgulandı:
‘Solak’, Robert De Niro tarafından canlandırılan ‘As’ Sam Rothstein halini aldı;
Sharon Ston’un oynadığı Geri, Ginger oldu; Joe Pesci, Tony’ye karşılık gelen
Nicky Santaro rolünü üstlendi; James Woods, Ginger’ın aşığı olarak rol aldı;
Alan King, Steve Allen, Jayne Meadows gibi kimi Las Vegas yıldızları da filmde
görev aldılar. Yetmişlerin Las Vegas’ı bir tür yetişkinler oyun sahasıydı,
Scorsese’nin Vanity Fair’de ifade ettiği şekliyle “ Enerjik günlerinin sonunda
Vegas, handiyse Vahşi Batı’nın son günleri, 1880’lerin sınır kasabalarının son
zamanları gibiydi.”.
Pileggi’nin deyişiyle, Casino’daki karakterler ‘genetik
olarak hiçbir şeyi doğru yapamaz’ durumdaydılar. O (Pileggi), filmi, De Niro ve
Pesci tarafından canlandırılan ‘büyük bahisler oynayan’ ve Casino’daki büyük
çürüme ile cebelleşen adamlarıyla Scorsese’nin gangster filmleri üçlemesinin
Mean Streets ve Sıkı Dostlar’ı takip eden üçüncü halkası olarak görmektedir.
Nick Pleggi’nin bana gösterdiği ilk gazete makalesi, bir Pazar sabahı Las
Vegas’ta polisin müdahele ettiği bir aile kavgası hakkındaydı. Ve bu makalede,
polisin gelmesine ve FBI’ın fotoğraf çekmesine sebep olan, kadının adamın
arabasını parçaladığı bir aile kavgasıyla doruk noktasına çıkan on yıllık
inanılmaz macera yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaktaydı. Başlangıcından itibaren
olayı incelediğinizde bu inanılmaz hikayeyi tüm açılarıyla görebiliyordunuz ve
her ayrıntı tabuttaki bir çiviye karşılık geliyordu. Bu (olay), kendi parasını
Las Vegas’a yaptığı ziyaretlere harcadığından ve hiçbir zaman geriye
alamadığından yakınan Kansas City’nin yer altı patronu Anthony Piscano ile
ilgili olabilirdi. Piscano’nun Kansas City’de denetim altında tuttuğu pazarın
dehlizlerine polisleri yönlendiren ilgisiz bir cinayet vakası da olabilirdi.
Polis her şeyi unutmuş olsa bile, Piscano’nun tüm yakınmaları ve FBI’ın tüm
ülkede bu isimler hakkındaki uyarıları her şeyi toparlamaya yetiyordu. Kansas
City pazarında Vegas gazinolarının isimlerini duymak onları şaşırtmıştı.
Bağlantı neydi? Akabinde, bir mahkeme Phillip Green’in eski iş ortağı Amanda
Scott’la Tangiers Hotel’in ortağı olarak parayı paylaşmasını hükme bağladı.
Fakat mafya, Amanda’yla anlaşmak yerine onu vurmayı yeğledi. Bu, polisin
dikkatini esasında onun öldürülmesinde hiçbir rolü olmayan ve neler döndüğünü
anlamaya başlamasına rağmen yapacak hiçbir şeyi bulunmayan hedefteki adama,
Green’e çekti. Ve işte ‘As’ Rothstein, Ginger ve Nicky Santaro ile karşı
karşıyaydınız.
Bunun hep dehşet verici bir hikaye olduğunu düşündüm. Neredeyse
her şey gerçek karakterler üzerine kurulmuştur. Tüm o kayıtları saklayan Carl DeLuna, Piscano’dur. Parayı gazinodan alıp Kansas City’ye götüren Mr. Nance, son
zamanlarda bir araba kazasında öldürülen Carl Thomas adında bir adamdan
hareketle yaratılmıştır. Tangiers’in yöneticisi Mr Green, Rothstein, Ginger,
Nicky Santaro ve kardeşi tüm bu karakterler gerçek kişilerdir. Ama, tabi ki
onları yeniden biçimlendirdik. Karakterler bir araya getirildi ve Chicago’da
gerçekleşen kimi olaylar Vegas’a aktarıldı.
‘Bu filmde yaşananlar gerçektir’
demek yerine ‘gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır’ demek gibi, belirgin olmak
hususunda bazı yasal sorunlarımız vardı. Vegas’ta beni çeken şey aşırılık,
sınırsızlık fikriydi. İnsanlar orada, başka hiçbir şehirde olamadıkları kadar
başarılı oluyorlar.
Son zamanlarda tüm Amerika’da, ümitsizlik halinin bir
göstergesi olarak, yeni bir gazino salgını baş gösteriyor. İnsanlar, bir zar
atışıyla tüm hayatlarının değişeceğini umuyorlar. Bu, bir Eski Ahit hikayesi de
aynı zamanda: kibir ve hırs eşliğinde cenneti buluş ve onu kaybetme. Ana fikir
şudur: Sam’e dünyada bir cennet bağışlanmıştır. Gerçekte o, her şeyin düzenini
sağlamak, herkesi mutlu kılmak ve mümkün olduğunca çok para kazanarak kaymaktan
daha fazla nasiplenmeleri için oradadır. Fakat sorun şudur ki, belli kişilere ve
belli baskılara pirim vermek zorundadır ve o kendisi olduğu için bunu yapamaz.
Onu Ginger konusunda uyardıklarında, “ Onun hakkındaki bütün hikayeleri
biliyorum, ama umurumda değil; ben ‘As’ Rothstein’ım ve onu değiştirebilirim”
der. Ama değiştiremez. Nicky’yi de kontrol edemez, çünkü onun gibi birini
kontrol etmeye çalışırsanız ölürsünüz. Gerçek Frank Rosenthal’in Las Vegas
kariyeri 1982’de arabası infilak ettiğinde sona erdi. Ama o, bu cinayet
girişiminden Nick Pileggi’ye kendi hayat hikayesinde bahsedecek kadar yaşadı.
Arabası infilak ettiğinde emri kimin verdiği çok açıktı. Fakat Nicky’nin filmin
bir yerinde de söylediği gibi, bir adamla bu kadar uzun süre kazandıktan sonra
onlar -tanrılar- asla hiçbir şeye TAMAM demezler, onun öldürülmesine asla yetki
vermezler yani. Ama Nicky her şeye hazırlıklı olmayı sever, bu nedenle de çölde
iki hücre kazılmasını emretti. Bu şekilde konuştular. Bu, tanık koruma programı
kaynaklarında da geçen gerçek bir konuşmadır.
En baştaki taslakta onların
bahçede tartıştıkları sahneyle başladık. Sonra bunun çok ayrıntılı olduğunu ve
yeterli dramatik tatmini sağlamadığını fark ettik. Bunun için Nick ve ben, onun
(Frank) havaya savrulduğu infilak eden bir araba sahnesiyle başlamaya karar
verdik. Siz, onu yavaş çekimde -tıpkı cehenneme dalış yapan bir ruh gibi-
alevlerin üzerinde uçarken görüyorsunuz. O sahneyi farklı açılardan üç kere
gösteriyorum. Üçüncü defasında ise, Rosenthal’in hatırladığı haliyle gerçek
şekliyle görüyoruz.
Bana, ilkin havalandırma bölümünden gelen alevleri gördüğünü
ve ne olduğunu bilemediğini söylemişti. Ardından, aşağıya bakıp yanan kolunu
görmüş ve çocuklarını düşünmüş. Kapı düzgün kilitlenmemiş olduğu için dışarı
yuvarlanmış ve Ronald Reagan’ın bir sonraki haftaki ziyareti sebebiyle orada
bulunan iki gizli servis elemanı tarafından tutulmuş. Onu bir kenara çekmişler
ve ancak araba patladıktan sonra bunun kasıtlı (bir saldırı) olduğunu
anlayabilmiş.
Bu yüzden tüm ayrıntıları gösterdim. Öldürülebileceğinizi bir kez
anladığınızda, o anı bir daha asla unutmazsınız. Sam Rothstein o kadar başarılı
ki kısa süre içinde Las Vegas sosyetesinin demirbaşları arasına giriyor ve şehir
kulübünden bir ödül alıyor. O plaketi kabul ettiğinde, “ Başka bir yerde
yaptığım şey yüzünden hapse atılırdım. Burada bana ödüller veriyorlar” diyor.
Burası, onun kumar uzmanlığını yasal yönde kullanabileceği ve bu sayede WASP
(Beyaz Anglo-Saxon Protestan) Amerikan toplumunun bir parçası olabileceği tek
yer. Fakat, Nicky’nin çölde ona dediği gibi, “ Burada gerçek olan benim. Şehir
kulüpleriniz değil, TV şovlarınız değil. Gerçek benim; pislik, lağım ve kan. Her
şey bunun hakkında”. Konuşmak için gerçekten çölün ortasına gitmek
zorundaydılar. Ve Nicky altı kez arabasını değiştirmek zorunda kalıyordu. Her
zaman Nicky’nin çok kızgın olduğunu ve en son arabaya binene kadar her araba
değiştirdiğinde kızgınlığının daha da arttığını, daha Sam kendisine tek kelime
etmeden onu azarlamaya başladığını düşündüm.
Fakat bu defa Nicky’nin
tarafındayım. Geri kalan her şey hile, ve eğer bunda ısrar edersen bu da
ikiyüzlülük olur. Nereden geldiğini ve gerçeğin ne olduğunu bil. Benden ya da
beraber büyüdüğün adamlardan daha iyi olduğunu düşünme. Casino’daki bir sahne
filmin önerdiği şiddetin bir göstergesi olarak ciddi eleştiriler aldı. Nicky,
Chicagolu patron Remo tarafından bir bardaki ‘usulsüz’ yağmanın kim tarafından
yönlendirildiğini bulmak için gönderiliyor ve suçluyu bulduğunda kafasını
mengeneye sokarak ona eziyet ediyor. Olay, Chicago’da altmışlarda gerçekten
yaşandı. Genç Türklerin(?) arasında sonu silah kullanmaya varan ve iki erkek
kardeşle bir garson kızın ölümüyle neticelenen bir tartışma vardı. Patronlar
suçluyla beraber olan adamları istediler, sonunda onları buldular ve hepsini
öldürdüler, orada böylesi bir taciz de yaşandı. Adam iki gün iki gece konuşmadı,
kızgındılar ve Joe Pesci’nin karakteri onun kafasını mengeneye sıkıştırdı.
Hatırlayın, bu gerçek bir hikaye. Ama bizim sahnemiz bu olay üzerine kuruldu,
Joe sahneyi oynamak için insani bir yol buldu: “ Lütfen beni bunu yapmaya
zorlama!”.
O emirleri yerine getirmek zorunda olan bir asker, ismi bir şekilde
ele geçirmek zorunda, öbür türlü onun başı mengenede. İki gün iki gece süren
sorgulamadan sonra başka ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Sahnelediğim insanlar
sıklıkla kendilerini bu hayat içinde buluyorlar. Onlar kötü ve kötü şeyler
yapıyorlar. Ve biz, onların bu yönlerini ayıplıyoruz. Ama onlar aynı zamanda
insan. Onları moral değerler açısından yargılayan insanların çokluk onlardan
daha kötü olabileceklerini düşünüyorum. Sıkı Dostlar gibi bir film yapmakla
ahlaken sorumsuzca davrandığımı düşünen insanlar olduğunu biliyorum. Eh, eğer
becerebilirsem daha fazlasını da yapacağım. Casino’nun sonunda ne olduğunu
hatırla, Nicky ve erkek kardeşini dövülmüş ve gömülmüş olarak gördüğün sahnede.
Bunların hepsi gerçek - mezarı kazdıklarında gerçek vücutların resimlerini
gördüm. Şimdi, biz belli bir şekilde çekiyoruz, çok doğrudan. Ve ben bu tür
adamlardan hoşlanma eğilimindeyim. Nicky, korkunç. O berbat bir adam. Ama onları
beyzbol sopalarıyla dövülmüş ve bir deliğe sokulmuş halleriyle izlerken bende
bir şeyler oluyor. Nihayetinde bu bir trajedi. Bu insan olmanın zayıflığı. Ben,
izleyicinin empatisini normalde kötü olarak görülen belli tipte karakterlere
yönlendirmek istiyorum. Ben büyürken etrafım bu tipte adamlarla çevriliydi ve
pek çoğu da çok kibardılar. Bana ve aileme hep iyi davrandılar ve çok
caziptiler.
Sert olduklarını biliyordum ve bazıları diğerlerinden daha da
sertti. Fakat bu, onları suçlayanlara çokluk misliyle geri dönen bir ikiyüzlülük
meselesidir. Bunun bir klişe gibi göründüğünün farkındayım, ama bu gerçek olduğu
için böyle. Sam ve Nicky’ninki ilginç bir ikilemdir. İkisi de aynı durumla
karşılaşırlar ve ikisi de çizgiyi öyle aşarlar ki herkes için her şeyi yok
ederler. Ve sonunda, onların yok ettikleri şeylerin küllerinden yeni bir şehir
yükselir. Bir Nicky Santaro’dan, bir Michael Milken’e ya da bir Donald Trump’a
geçilirken şimdi kim biliyor Las Vegas gerçeğini? Paranın nereye gittiğini kim
biliyor? Fakat, ben eminim ki, paraya dalan tüm bu müteşebbisleri bir şekilde
incelemeye değer.
Muhtemelen, on beş yıl içinde şu anda neler yapıyor
olduklarına dair bir film göreceksiniz. Filmde gösterdiğimiz şey eski tarzın
sonu ve onun nasıl sonlandığıdır. Çok fazla kibirle doluydular, daha fazlasını
istediler. Eğer kumar oynuyorsanız hep daha fazlasını istersiniz, filmdeki Japon
karakter, normalde bahse koyacağından daha azını koyup geri geldiğinde hile
yapan Ichikawa gibi. Çünkü, ona göre o, on bin kazanmamıştır, doksan bin
kaybetmiştir, çünkü normalde bahse yüz bin koyacaktı. Yapıda bu bölümü nereye
yerleştireceğimiz konusunda hep sorunumuz oldu. Fakat, onun (bölümün) sonunda,
(kamerayı) “Sonunda hepsini aldık” derken Bob’un yüzüne doğru hareket
ettirmemizin önemli olduğunu biliyordum. Aldılar, bunu gerçekten yaptılar.
Gösterdiğimiz şey, üçkağıtçıları izleyen üçkağıtçıları izleyen bir demet
üçkağıtçıdır. Sam Rothstein ve öbür adamlar nasıl hile yapılacağını, engelli
koşular ve basketbol oyunlarıyla beraber biliyorlardı. Bunu o kadar tabii
gösteriyorlar ki, oyunun hileli olduğunu söyleyemiyorsunuz bile. Sam, Ginger’ı
ilk kez, bütün akşam beraber olduğu bir adamı aldatırken fark eder. Gizli
kameralar yerleştirilmeden önce, diğer üçkağıtçıları bulmak için, üçkağıtçı olan
dürbünlü adamlar kiralıyorlardı. Bunun mükemmel olduğunu düşündüm; hiç kimse hiç
kimseye güvenmiyor. Bu yirmi yıl önceydi, eski mafya kontrolünü kaybetmeden
önce.
O zamanlar, her gazino ülkenin farklı taraflarından bir aile tarafından
sahiplenilmişti. Tangiers kurgusaldı, fakat bu gazinolar dört taneydiler:
Stardust, Fremont, Frontier ve Rothrtein/ Rosenthal karakterinin çalıştığı
Marina. Biz sadece onları devasa bir otel haline getirdik ve tüm bileşenleri
toparladık. Başka nasıl büyük bir üçkağıtçı mutlak bir kontrolle şehrin en
önemli adamı konumuna gelebilirdi? Onun kontrolünün mutfaktan yemeğe kadar her
alanda ne kadar yetkin olduğunu göstermeye çalıştık. Her bir pandispanya
çöreğinde eşit miktarda yaban mersini bulunmasında ısrar etmek komik
görünebilir, fakat önemlidir, çünkü çörekler ve biftekler iyi olursa orada oyun
oynayanlar bunu gidip diğerlerine anlatacaktır.
Bu salt bir paranoya ya da
takıntılı bir davranış değildir, çünkü bir sebebi vardır: Tangiers’i alemin en
iyi yeri yapmak. Rothstein’in ayrıntılara (gösterdiği bu) fanatik dikkat
Tangiers’i başarılı kılarken diğer yandan da Ginger’la olan ilişkisini tahrip
eder. Sanırım, bu, bu şehirle ve orada ne yaptıklarıyla ilintili olmasaydı, ufak
da olsa bir şansa sahip olabilecekleri gerçeğine rağmen ‘As’ ın karakterinde
nihayetinde her şeyi yok eden bir taraf var. Ginger her şeyin nasıl olacağını
ona teklifte bulunduğu sahnede (Rothstein’e) söyler. Kırk yaşınıza gelip birini
bulduğunuzda, her şeyin makul bir şekilde çalışmasını sağlamayı istersiniz. Ama
sanırım, o (Rothstein), duygusal yabancılaşmadan sorumludur. Ginger bir arkadaşı
ile bir restorana gider ve en iyi masaya “Ben Bayan Rothstein’ım” diyerek oturur
ve arkadaşı, “ Bunun dışında her şeye sahip olabilirsin” der. Onun Ginger’a
davranış tarzı budur.
Onun gitmesine izin vermeyecektir. Giderse bir daha onu
hiç göremeyeceğini düşünür. Bir avukat aracılığıyla ondan haber alacaktır, fakat
onu bir daha asla göremeyecektir. Kızları Amy, maalesef sadece kullanılan bir
piyondur. Filmin son üçte birlik bölümünden itibaren Ginger açıkça rahatsızdır,
artık kendinde değildir. İster uyuşturuculardan ister içkiden kaynaklansın fark
etmez, tamamen elden gitmiştir. Bu, yaptığı hiçbir şeyi mazur göstermez, fakat
süre giden dehşet duygusunu, çocuğu bağlamasında olduğu gibi, -ki gerçek çiftin
çocukları daha küçükken bu gerçekten olmuştur (iki çocukları vardı)- daha da
arttırır. Bu sahne, restoranda Sam’a “ Of, Allah aşkına! Bakıcı orada değildi ve
sadece bir sürelikti, geri dönecektim” diyerek tepkisini dile getirdiği sahneden
daha fazla kurgulanabilir bir şey değildir.
De Niro, film boyunca Sharon Stone’a
yardım etme konusunda çok cömertti. Korkutucu bir roldü, çocuğun önünde kokain
aldığında olduğu gibi, zordu: Bu, onun seçimiydi. Giysiler konusunda da, filmin
son üçte birinde giydiği David Bowie tarzı altın lame kıyafette olduğu gibi, çok
çaba sarf etti. Yerde duran küçük bir çuval gibiydi, çünkü olabildiğince kötü
görünmeye çalışıyordu. Kostüm, tüm Scorsese filmlerinde olduğu gibi,
karakterlerin anlaşılmasında ve her türden aşırılıklar için olağan dışı imkanlar
barındıran yetmişlerin parlak Vegas’ının yeniden yaratımında anahtar bir rol
oynuyor. Kostümleri Rita Ryack ve John Dunn hazırladılar. Bob için, gerçekten
çok, elli iki değişiklik yaptık, fakat, gerçekte ondan yola çıkılan bir karakter
daha bile fazla ilginç kıyafete sahiptir. Hardal sarısı takım, koyu donanma
mavisi ipek gömlekle koyu mavi kravat...tüm renkleri çok dikkatlice seçtik.
Ayin
daha sabahtan başlar, önce hangi kıyafeti giyeceğine karar verirdik, sonra hangi
gömleği, ardından hangi kravatı ve en son hangi takıları. Eğer daha dikkatli
bakarsanız, saat yüzlerinin bile kıyafetiyle uyum içinde olduğunu görürsünüz –
ateşleme tertibatını çalıştırırken taktığı saatin bile. O zaman onun bir yakın
çekimini isterdim, böylece onu kameradan görürdük ve – oh, evet kol saati.
Göründüğü o kısa zaman içinde saati mümkün olduğunca iyi göstermek için açıyı
ayarlardık. Ve filme yeniden bakarsanız, çerçevelerdeki pek çok ayrıntıyı
görebilirsiniz. Nicky’de yirmi - yirmi beş değişiklik vardır, Ginger’da ise kırk
sanırım. Gerçek bir gazinonun çalışma saatlerinde çekimler yaptık. Barbara De
Fina, (bir gazino seti yapmanın) muhtemelen aslını inşa etmek kadar pahalıya mal
olacağını ifade etti. Ve, sahip olduğumuz gazino hayatına, elektriğine de sahip
olamayacaktık.
Ön planı, yetmişlerin kostümleriyle donatılmış ekstralarla
dolduracaktık, arka planı da. Bazen sabahın dördünde çekimler yaptık. Joe’nun
mekan ona yasaklanmış olmasına ve krupiyeleri rahatsız etmesine rağmen Frank
Vincent’la geldiği ve blackjack oynadıkları sahneyi gerçekten seviyorum. Saat
sabahın dördüydü ve arkada birinin kumar makinelerinde kazandığı için çığlık
attığını duyabiliyordunuz. Krupiye, tüm sahne boyunca, irticalen oynayan,
kağıtları ona atan ve mümkün olan en kötü şeyleri söyleyen Joe ile beraberdi ve
sahnenin ortasında bana yöneldi ve “ Biliyorsun, gerçek herif bana karşı daha
sertti – gerçekten kontrol edilemezdi” dedi.
Çekim boyunca bu birkaç defa daha
tekerrür etti. Doğru yolda olduğumuzu bilmek memnuniyet vericiydi. Bizim
kullandığımız gazino, Riviera, yetmişlerin sonunda inşa edilmişti. Gözdeydi.
Sonra, çok nadir bulunan, ellilerin sonunda ya da altmışların başında inşa
edilmiş evler aramaya başladık. Sonunda bir ev bulduk, tüm çekimlerimi,
provaları oraya yaydım ve iki hafta sonra orayı kaybettik. Başka bir ev bulmak
zorunda kaldık, sonra her şey en iyisi için çalıştı, çünkü bu en iyisiydi.
Sadece yatak odasına bir bakış fırlattığınızda, sanırım yapım ressamımız Dante
Feretti’nin filme neler katabileceğini söyleyebilirdiniz. Özellikle geniş açılı
çekimlerde, onun (Ginger) çok fazla hap aldığı ve onun (Rothstein) ona yardım
etmeye çalıştığı sahnede örneğin. Yatağın yükseltilme şeklinde bir şey vardır,
bir saltanat yatağı gibi görünür, bir kralın ya da kraliçenin yatağı gibi.
Duvar
kağıtlarıyla ilgili bir şey vardır, her şeyle, duvardaki tabaklarla, bir
karakter hakkında pek çok şey söyler. Dante bunu muhteşem yaptı, sadece kötü
zevk değil, kalite iyiydi ve o hareli ipek karyola ucu ipek bir savaş alanı gibi
bir savaş alanı için fon oluşturuyordu. Bu karakterlerin her biriyle on film
yapabilirsiniz onu da birbirinden farklı olur ve bilmiyorum onlara karşı adil
olabildim mi. Sadece mümkün olduğunca onları ve oradaki Vegas’ı yakalamaya
çalıştım. Ve tabii ki, zamanın, yetmişlerin tüm o havasını – bu, Nick ve benim
için en büyük arzuydu.
Casino, 177 dakikayla Scorsese’nin en uzun filmi, Sıkı
Dostlar’dan bile uzun. Pek çok karaktere sahip olması ve hikayesinin karışıklığı
hesaba katıldığında, Scorsese ve editörü Thelma Schoonmaker için pek çok sorun
çıkartmış olmalı. Kurgu aşamasında çalıştıkça filmin yapısı pek çok kez değişti.
Bu da Thelma’nın çok sağlam olduğu bir alandır, çünkü süregelen filmin
uzunluğunu anlamaya muktedirdir ve belgesel unsurların nereye yerleştirileceğini
bilir. Thelma ve ben yirmi beş yıl önce belgeleri yeniden kurgulardık ve bu
konuda çok iyidir. Bu, yapabileceğiniz en hırpalayıcı türden bir kurgulamadır,
çünkü yapıdan hiçbir zaman emin değilsinizdir ve dramatik bir hattı takip
etmiyorsunuzdur. Bu filmde plan yoktur, hikaye vardır ama plan yoktur.
Bu
nedenle, takip ettiğiniz şey, ‘As’ın Vegas’a gelişidir, sonra Nicky’nin Vegas’a
gelişi ve Nicky ile karısının çocuklarıyla Vegas’ta oluşu. Sonra ‘As’ Vegas’ta
başarıya ulaşır, Nicky ne yapıyordur? Adamları kum torbasına çeviriyordur.
Nicky’nin yasaklanışıyla ‘As’ın yükselişi doruğa ulaşır. Sonra bizi Nicky’nin
yükselişine götürür. Kendi alternatif imparatorluğunu yaratır. Sonra da iki izi
bir araya getirmeye çalışırsınız. Fakat, Nicky’nin kendi imparatorluğunu inşa
ettiği noktada, sahnelerin pek çok kez değişmesi ve dış sesin yeniden yazılması
söz konusu oldu. Nihayetinde, tüm izahatı başa koyduk. İlkin, onu filmin içine
serpiştirmiştik, fakat kağıt üzerinde her şey mükemmel görünmesine karşın,
birazcık gecikmiş duruyordu. Dolayısıyla, en sonunda açıklamayı aldık ve en başa
taşıdık. Dış ses konusunda ilginç bir şey vardır: Size, karakterlerin gizli
düşüncelerine ulaşma imkanı verir, her şeyi bilen seyirci tarafından yapılan
gizli bir gözlem gibidir.
Benim içinse, birinin size hikaye anlatmasının en
harika yoludur. Ve çokluk bir çeşit ironiye de imkan tanır. İki kişinin
birbirlerine iyi geceler dilediklerini gördüğünüzü ve dış sesin “O akşam harika
zaman geçirdiler, fakat bu falan ve filan ölmeden önceki son zamandı” dediğini
varsayın. Onları hala görüyorsunuz, fakat dış ses size onların bir hafta sonra
öldüklerini söylüyor, benim için bu şekilde kullanıldığında dış ses içlenmeye ve
üzüntüye sebep oluyor. Bu filmdeki dış ses Nicky’nin tiratlarına açıktır.
Onu
şikayet ederken – gerideki patronlarından, birinin nasıl dışarıda, birininse
çukurda olmasından- dinlerseniz, onun bakış açısını anlamaya başlarsınız. Niçin
bir başkası adına çalışmak zorundayım? Niye kendi işimi kurmayayım? Dış sesteki
bu tiratlarından onun ne çeşit bir insan olduğunu anlarsınız. Casino’nun müziği
Sıkı Dostlar’daki aynı genel yaklaşımı kullanıyor, fakat aralık daha bile geniş,
‘As’ın infilak ettiği sahnede Bach’ın St Matthew Passion’ı ve ‘eski’ Las
Vegas’ın, yeni ‘aile’ otellerine yer açmak için dinamitlendiğini gösteren
sahnede tekrar duyulan Saul ve Elaine Bass’ın ‘inferno’ sekansları ile başlıyor.
Sanırım benim için kaybedilen görkemli bir şeyin duygusu açısından Bach hayati
bir önem arz ediyor. Bunun ahlakiliği meselesinin başka bir şey olduğunda
hemfikir olsak da olmasak da – sizden ahlak hususunda aynı fikirde olmamızı
istiyor değilim-, bir imparatorluğun kaybedildiği hissi mevcut ve bu, buna değen
bir müziğe ihtiyaç duyar. Kışkırtıcı bir müzik ister. O kentin yıkılışı,
Lucifer’in kibri sebebiyle cehennemden kovuluşuna karşılık gelmelidir. Tüm
bunlar açık ki İncil referanslıdır. Fakat filmin izleyicisi müzik vasıtasıyla
harekete geçirilmelidir. Bu insanlardan ve yaptıklarından hoşlanmıyor olsanız
da, onlar hala insandırlar ve benim bildiğim kadarıyla bu trajedidir. Benim için
her müzik kendi çağrışımlarıyla birlikte kullanılır. Hurt’ı söyleyen Brenda Lee
var, the Velvetones, Glory of Love’ı ve The House of the Rising Sun’ı çalıyorlar
– hepsi elli beş parça. Kırk yılın bir müziklerinden seçebildiğim ve çokluk
onları filmlerime alabildiğim için ben çok şanslıydım.
Bazı şarkılar ve müzik
parçaları, onları görüntüyle beraber çaldığınızda her şeyi değiştirirler. Bu, bu
çok naziktir. Sıkı Dostlar’da ses daha fazla Phil Spector’dur, nasıl ki bu
filmde daha bir Stones ise, özellikle de filmin anahtar şarkısı olan Can’t You
Hear Me Knocking’de. Sıkı Dostlar’da olduğu gibi müziği dönemle de sınırlı
tutmaya çalıştık. ‘As’ ve Nicky çöldeki tartışmadan sonra konuşmak zorunda
kaldıklarında, özel bir sohbet için garajdaki bir arabaya girerler.
Ne
olacaktır? Arabada oturacak ve radyoyu açık tutacaklardır. Ve çalan yetmişlerin
ortalarının anahtar şarkılarından, Fleetwood Mac’in Go Your Own Way’dir.
Konuşmanın havasına bakmaksızın o müzik çalar. Böylelikle sizi o zamana
götürebilmek için, o anın müziklerini kullanabildik. Müzik, filmin
başlangıcından itibaren Louis Prima’dan Fleetwood Mac’a kadar değişir.
Görüyorsun, Louis Prima, güçlü bir şok efektle onu kestiği için filme Bach’la
başlamakta çok bir şey yok. Louis Prima’nın orada olması gerektiğini biliyordum,
fakat bu günah şehrinin yok oluşunun ihtişamı ancak Bach olabilirdi. Çünkü eski
Vegas’ın yerini, baştan çıkarıcı görünen yalancı dost bir başka şey almaktaydı,
ama Amerika’nın nüvesi, aile, de oradaydı. Ortada dolananlar sadece kumarbazlar,
fahişeler, gansterler değil, şimdi Anne ve Baba Kettlelar da orada.
Çocuklar
korsanları izlerken sizin paralarınızı alacağız. Filmde pek çok film müziği de
var, Picnic’ten, Mr Nance’ın dans ederek gazino muhasebesine girdiğinde
kullanılan tema gibi – değini açık, parayla vals yapmak kolaydır. Picnic’teki
tema o kadar güzeldi ki müzik kutularında çalınır oldu ve tüm zamanların en iyi
kırk parçası içinde yer aldı, öyle ki hep onu duyar oldunuz ve hala Vegas’ta
duyarsınız. Bir diğeri de Elmer Bernstein’ın A Walk on the Wild Side’ının Jimmy
Smith versiyonuydu. Sinirli bir enerjiye sahipti, onu özellikle bir sahnede
kullandık: Amanda Scott’un öldürülüşü. Yine o da çok ünlü bir müzik parçası oldu
ve yazıldığı filmin gölgesinden kurtulup zamanın Amerika’sının bir parçası
haline geldi. Bunların yanında, sahip olduğu hüzün yüzünden çok sevdiğim,
Godard’ın Contemt’inde yer alan, Delerue’nin müziğini denemek de ilginç göründü.
Ve sondaki altyazılarda yalnızca Bach’ı kullanmak çok güçtü, biz de Contempt’i
kullanmayı denedik. Ardından, mümkün olan tek şey, tüm zamanların en büyük
şarkılarından biri olan Hoagy Carmichael’in Stardust’ıdır – gördüğünüz tüm
düşünceleri ve duyguları toparlayabilecek tek parça. Casino’dan sonra Scorsese,
Tibet’in sürgün edilen ruhani lideri Dalai Lama’yı konu alan, Kundun adında bir
film prodüksiyonuna başladı. Film, Melissa Mathieson tarafından kaleme alındı,
ve Dalai Lama’ yı küçük bir çocukken Tibet’in Amdo eyaletinde bularak başlayan
çok dürüst bir öykü. Sizi, bir çocuğun, kendi ülkesinin ölüm kalımını
etkileyecek kararını vermek zorunda kaldığı, on sekiz yaşında bir genç adam
oluşuna değin yetişme macerasına götürüyor. Filmde beni etkileyen şey, tamamen
ruh üzerine kurulu bir toplumda yaşayan ve birden yirminci yüzyılla ve
materyalist bir toplumla yüzleşen bir adamın, bir çocuğun, hikayesi oldu. Mao,
Dalai Lama’nın Pekin ziyaretinin bir anında ona döner ve “ Biliyorsun ki din
afyondur, değil mi?” der.
Bu noktada Dalai Lama tamamen bittiklerini, onun için
Tibet’i korumanın tek yolunun ayrılmak olduğunu anlar. Beni çeken, şiddet
karşıtı bir adamın bu insanlarla nasıl cebelleştiği – nihayetinde hikaye bu. Tüm
bunları bir araya getirebilecek miyiz bilmiyorum. Fakat, bu, Himalayalarla
kuşatılmış, dışarı çıkamadıkları için içlerine yönelmiş bir milletin hikayesi.
Bunu, kuzey Hindistan’da çekmeyi düşünüyoruz. Ondan sonra, Gershwin’i, bir
müzikal, çekmeyi düşünüyorum. Eminim ki sinemanın bir geleceği var. Bunu
söylüyorum, çünkü filmleri ucuz yapan gençler var ortada, bir kamerayla bir
şeyler söylemek isteyen gençlerin sonu yok gibi görünüyor. Bir çok insanla
beraber büyük ekranda filmler seyretmek hala sevdiğim bir şey.
Los Angles’ta The
Wild Bunch’ın Cinerama Dome’da yeni gösterimini görmeye giden bir grup insan
tanıyorum. Ve William Holden, “ Hareket ederlerse öldür onları!” dediğinde tüm
salon alkıştan inledi. İnsanlar video kiraladığında bile, arkadaşlarını davet
ediyorlar ve onları beraberce seyrediyorlar. Üç dört yıl önce, bir Cumartesi
öğleden sonra Spielberg, Raffaele Donato ve temsilcimle birlikte Westwood’da The
Abyss’i görmeye gittiğimizi hatırlıyorum -dördümüz de üçüncü sırada
oturuyorduk. Sadece, sıkı ses ve görüntü (efekti) görmek istiyorduk- bunu en
iyi çekimle birlikte verdiler.
Ellilerin ortalarındaki geniş ekranlı filmlerde
neredeyse filmin içindeydiniz. Vista Vision’daki Capitol Theater’da King
Vidor’un War and Peace’ini, High Society’yi, The Court Jester’i gördüğümü
hatırlıyorum – hepsi de ilk gösterim. Bir film, Away All Boats gibi, orta karar
bile olsa, onları Technicolor ve Vista Vision’da izlemek olağan üstüydü. Bu
etkiye en yakın şey bugünlerde Imax. Orada bir deneyim için bulunduğunuzu
biliyorsunuz: o sadece bir film değil, her zaman orada olacağını düşündüğüm
ortak bir deneyim.