Seda o ünlü "Anadolu Lisesi"nin son sınıfındaydı artık. Ama, öğretim
yılı başladığından bu yana, her geçen gün sınav sendromuna biraz daha battığını
hissediyordu;
Okul-ev-dersene üçgeni, giderek O'nu biraz daha sıkıştırıyordu. İnsan yutan bir
kumsaldaydı sanki! Daha doğrusu, vıcık vıcık bir batakta! Bu batak, yürüdükçe
O'nu içine
çeken daha çok çekiyor; kurtulmak için çaba harcadıkça, sanki daha çok batıyordu!
En çok sevdiği sinemaya bile artık yeterince zaman ayıramaz olmuştu. Her hafta,
yeni
gelen filmleri bile a-b-c-d-e şıklarına göre değerlendiriyordu; bunlardan yalnız
bir tanesini seçiyordu! Her defasında da yanlış seçim yaptığı izlenimine
kapılıyordu. Bu yıla kadar
hep, üniversitede sinema eğitimi görmeyi düşlemişti. Ama, O, çok "parlak" bir
öğrenciydi. Büyüklerinin ve çevresinin beklentisi, O'nu, yabancı dilde eğitim
yapan o çok ünlü
üniversitenin, o çok zor kazanılan, "uluslararası ilişkiler" ile "işletme"
bölümlerine yönlendirmişti.
Hatta bir defasında annesi;
- Kızım, sen her yıl takdir belgesi getiren çok parlak bir öğrencisin. Bak, Türk
sineması için "öldü"; Türk televizyonları için de "ölü doğru" diyorlar. Sinema
eğitimi senin neyine!
demişti.
Annesi haksız, ama gerçekçiydi. Seda'nın da galiba başka çaresi yoktu.
Türkiye'deki kurulu düzene göre, "parlak öğrenciler" sevdikleri mesleklerden
çok, iş garantisi olan
mesleklere yönelmek zorundaydılar. "Türkiye'nin gerçeği" buydu! "Seda'nın
gerçeği de bu olmalıydı! "her yıl yüz binlerce gence kurulan bu tuzak, acaba ne
zaman
kalkacak?" diye düşündü Seda... Yine içi sıkıldı; yüreği daraldı. Bereket, zil
sesi imdadına yetişti.
Sınıfı ilk terk eden o oldu. Hızlı adımlarla kantine indi. Saatine baktı. Özel
dershaneye gitmesi için daha iki saati vardı. Dershaneden sonra da özel dersi
vardı. Yüreği yine daraldı.
Terlediğini hissetti. Bu defa imdadına Ebru yetişti:
- Düşünme derin derin... Kitap tutan ellerin... Seda biraz rahatladı. Ebru alem
kızdı vesselam! Ne kadar rahattı. Kendisi kadar "parlak" değildi: ama daha
mutluydu, kuskusuz.
Bir kere, hiç bir filmi kaçırmazdı. Okuldaki tüm sosyal etkinliklere katılır;
sinama minava gibi konuları da dert etmezdi.
- Kültür-Sanat Kolu'nun toplantısına yine gelmiyor musun? diye sordu Ebru.
- Hayır dedi Seda. İki saat sonra dershanede deneme sınavı var; ders çalışmam
gerek.
- Seda, sen kafayı üşütmek üzeresin. Ne oldu sana böyle? Oysa geçen yıl hiç bir
toplantıyı kaçırmazdın!
Seda bir an düşündü. Sonra, çok önemli bir karar vermişçesine;
- Tamam, tamam. Ben de geliyorum. Dedi.
Seda'yla Ebru, kapıyı tıklatıp, sessizce içeri süzüldüler. Toplantı çoktan
başlamıştı. Hoca, bir gazete kesiğinden bir haber okuyordu:
- "...Eylül 1995 - Mayıs 1996 tarihleri arasında tüm dünyada kutlanacak olan
sinemanın 100. doğum yıldönümü kutlamaları çerçevesinde. Avrupa Konseyi
Projeleri'ne
Türkiye'den
Öncü Filmler Projesi'ne
Serif Gören'in "Yol" adlı filmi;
Yüzyıl Hazineleri Projesine konulu film dalında;
Yilmaz Güney'in "Umut,
Zeki Ökten'in "Sürü"
Ömer Kavur'un "Anayurt Oteli",
Lütfü Ö. Akad'in "Gelin"
Erden Kiral'in "Hakkari'de Bir Mevsim";
Belgesel film dalında:
Ertuğrul Karslioğlu'nun "Keçenin Teri"
Güner Sarioğlu'nun, "Ladik 76"
Suha Arin'in "Kulada Üç Gün";
Canlandırma dalında ise;
Tonguç Yaşar'in "Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü"
adli filmlerinin katılmasına karar
verildi.
Komisyonca seçilen filmler tüm dünya sinemalarında gösterilecek.
Kültür-Sanat Kolu yöneticisi Asiye Öğretmen başını kaldırdı; boş sandalyelere
bir süre göz gezdirdikten sonra:
- Her yıl ilk baharda, Nisan ayından başlayarak, bu sıralar boşalmaya baslar. Bu,
sınavlar yaklaşıyor demektir. Ama, nedense, bu yıl katilim, eski yıllara göre
çok daha az.
Öğrencilerimiz giderek a-sosyalleşiyor galiba... her neyse çocuklar... Gazete
haberinden öğrendiğiniz gibi, bu yıl dünya sinemasının 100. yıl dönümü. 100 yıl
önce 1895'te
Lumier Kardeşler, Paris'te bir Cafe'de ilk film gösterisini yaparak, insanlık
tarihinin çok önemli yeni bir aşamasını başlattılar. Bu yıl, Türk Sineması'nın
da 81. yıldönümü...
Evet
çocuklar... Bu ders yılının son etkinliği olarak, öğrencilerimize,
öğretmenlerimize ve velilerimize bir toplu gösteri sunacağız.
Kültür Bakanlığı yetkililerinin, sinema meslek örgütlerinin, ilgili üniversite
temsilcilerinin ve sinema tarihçilerinin, Sinema'nın 100. yıldönümünde tüm
dünyada ülkemizi temsil
etmek üzere seçtiği filmlerden bir demet sunacağız. Toplu gösteriyi;
ulaşabildiğiniz filmlerin sayısına göre, önümüzdeki ay içinde, ya bir hafta ya
da birkaç gün süren bir
etkinlik olarak yapacağız. Önce gönüllüleri saptayalım. Konulu filmleri kimler
araştırmak istiyor?
Eller havaya kalkarken, Seda'nın da sabit fikri depreşti yine. Ne demekti su
"konulu film"? Belgeseller, canlandırma filmleri konusuz muydu yani?
Asiye öğretmen, el kaldıran 5-6 kişi arasından üç öğrenciyi seçti:
- Mehmet, Tolga, Taylan... Siz üçünüz, tüm dünyada ülkemizi temsil etmeye değer
görülen bu konulu filmleri kasetlerine ulaşmaya çalışacaksınız. Aranızda iş
bölümü yapın.
Filmlerin takdimini de siz yapacaksınız. Bu nedenle, filmlerin konusu; önemi;
yönetmenlerin hayat öyküleri ile filmografyalarini da siz derleyeceksiniz.
Mehmet Ali, el kaldırdı:
- Hocam, Tonguç Yaşar babamın çok yakın arkadaşıdır. Amentü Gemisi'ne uygun
görürseniz ben ulaşayım.
- Peki dedi, Asiye öğretmen. Sen de Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü'nün sunusunu
hazırla, video kasetini bul.
Asiye öğretmen elindeki gazete kesiğine baktı;
- Şimdi sıra belgesellerde... Var mi belgesellerin talibi?
Belgesellerin talibi Yoktu!
Asiye öğretmen soran gözlerini öğrencilerin üzerinde gezdirdi.
Hayır. Belgesellerin talibi yoktu!
Asiye öğretmen, boynunda şık bir zincirle asılı duran gözlüğünü taktı; gazete
kesiğindeki haberin o bölümünü okumaya başladı:
- Keçenin Teri, Ladik 76, Kula'da Üç Gün?...
Sessizlik
Peki Ertuğrul Karslioglu, Güner Sarioglu, Suha Arin? Bu isimleri hiç duymadınız
mi?
Yine sessizlik.
- Çocuklar galiba haklisiniz. Bu filmler 1970'li ve 80'li yıllarda
televizyonlarda gösterilmişti. O zaman da sizler çok küçüktünüz. Galiba bu
filmler bir daha da gösterilmedi! Peki, bu
belgeseller ile yönetmenlerini araştırmak isteyen yok mu?
Seda birdenbire elini kaldırdı. Sonradan pişman oldu, ama, artık çok geçti!
Başına belayı almıştı bir kere! Elini indirmedi. Neden sonra, için-için bir
teselli bile buldu:
"Okul-ev-dershane" üçgeni, sinemanın 100. yıldönümünde bu belgesel
araştırmasıyla
hiç olmazsa "dörtgen" olacaktı!
Asiye öğretmen, elindeki gazete kesiğini sallayarak;
- Ayrıntılı bilgiler bu gazete haberinde, isteyenler fotokopi çeksinler. Haftaya
yine bu saatte araştırmacılarla bir toplantı daha yapıp, gösteri programını
saptayacağız. Seda
gazete haberinin fotokopisini çekerken, Ebru O'nu kızdırmaya çalışıyordu:
- Aldın mı başına belayı! Şimdi kütüphane kütüphane dolaş bakalım!
Oysa Seda, giderek, bu görevi üstlendiğine seviniyordu.
- Derslerden çok sıkılmıştım. Biraz nefes alacağım demektir.
Seda, yüksek tavanlı, bol ışıklı Atatürk Kitaplığı'nın kapısından girerken
ürperdiğini hissetti. Sanki, binlerce kitabin aydınlattığı kutsal bir mabede
giriyordu; sanki ibadet etmeye gelmişti buraya. Oysa, her gün okula giderken bu
kitaplığın önünden geçerdi.
Sonra aklına gelen gerçek, O'nu utandırdı: Ömründe ilk kez bir kamu
kütüphanesine giriyordu!
O güne değin yaptığı bir kaç kütüphane ziyareti de okulun minik kitaplığıyla
sinirli kalmıştı. Arkadaşlarını düşündü. Acaba onların arasında böyle dev bir
kütüphaneye daha
önce giden olmuş muydu? "Hayır" dedi Seda, "Hiçbiri gitmemiştir". En parlak
birkaç öğrenciden biri benim ve ben bile bir kamu kütüphanesine ilk kez
giriyorum. Demek ki
parlak öğrenci olmak için, Türkiye'de kütüphanelere gidip, uzun boylu
araştırmalar yapmaya gerek yok. Sınav tekniğini öğrenip, müfredat programındaki
konuları ezberledin
mi, bu iş tamamdır! Böyle bir araştırmaya katıldığı için gizli bir mutluluk
duydu; Asiye öğretmene içinden teşekkür eti.
Seda, sesiz adımlarla kütüphanedeki görevlilerden birine yaklaştı ve elindeki
gazete haberini göstererek derdini anlattı. Görevli hanim, Seda'yı masalardan
birine oturtup,
gitti; biraz sonra, kocaman, kalın ciltli bir kitapla döndü:
- İşte Türk Sineması'yla ilgili en son, en geniş kapsamlı kaynak budur. Sanırım
aradığın her şeyi burada bulabileceksin.
Seda teşekkür etti; zorla taşıdığı ağır kaynak kitabi masanın üzerine koydu.
80. Yılında Türk Sineması - Turkish Cinema at the 80th Anniversary: 1914-1994,
TC. Kültür Bakanlığı - Ministry of Culture of Turkish Republic.
Seda çok etkilenmişti.
- Vay canına! Hem Türkçe hem İngilizce. Demek ki yabancı araştırmacıları da
düşünmüşler.
Sayfaları adeta okşayarak açiyordu. "Hazırlayan: Agah Özgüç". Birinci hamur
kağıda basılmış bol resimli, iki kolon halinde bölünmüş sayfalarında Türkçe-İngilizce
açıklamalar
bulunan nefis bir yapıt. Daha doğrusu, bir baş yapıt. Türk sineması tarihinin
adeta resimli romanı.
Seda, heyecanlanmıştı, 20'li, 30'lu...50'li, 70'li yıllar... Sayfaları atlayarak
açıyor, açtığı her sayfada dikkatini çeken bir resim ya da bir başlık, O'nu
büyülü bir dünyaya
çekiyordu.
90'li yıllara atladığında, kendisiyle gurur duymaya başladı. Listelerde yer alan
filmlerin hemen-hemen tümünü görmüştü. Farkına varmadan sınav tekniğini
uygulamaya bile
girişti. Fotoğrafların altındaki açıklama yazılarını okumadan, hangi karenin
hangi filme ait olduğunu bulmak! Çok başariliydi. Çok mutluydu.
- Acaba ÖYS'de birinci tercih olarak sinemayı mi yazsam? diye iç geçirdi. Hayır!
Türkiye'nin gerçeklerine dönmek istiyordu simdi. Birkaç sayfa çevirdi; yine o
büyülü dünyaya
gitti.
- Aradığın belgeselleri ve yönetmenleri hala bulamadın mi?
Seda, kızardığını hissetti. Kötü bir şey yaparken, kütüphane sorumlusu hanim
sanki O'nu suçüstü yakalamıştı!
- Şey... diyebildi gözlerini kaçırarak. Neden sonra kendini toparladı.
- Sinema beni hep büyülemiştir. Fihriste bile bakmaya fırsatım olmadı.
- Ama, kapanma saati geldi. "İçindekiler" sayfasını aç; 'yönetmenler' bölümünü
bul... Aradığın isimlere birkaç dakikada ulaşırsın. Ben senin için beş-on dakika
daha beklerim.
- Hayır, teşekkür ederim. Ben yarin gelirim. Hem bu kitabi biraz daha incelemek
istiyorum.
Seda, bu erteleme isine için-için sevinmişti. "üçgen"den "dörtgen"e
sıçramış;
hayatına yeni bir boyut gelmişti, çünkü.
Sonra, yine elinde olmadan sınav tekniğiyle düşündü. Bu yeni boyut acaba
aşağıdaki şıklardan hangisiydi?
a) Sinema,
b) Kütüphane,
c) İlk kez gördüğü yeni bir mekan,
d) Araştırma zevki,
e) Hepsi.
Seda doğru yanıtı bulamadı!
Ertesi gün Çarşambaydı ve öğleden sonra ne okul ne de dersene vardı. Seda, öğlen
okuldan çıkarken bahçede rastladığı Ebru kendisine takılmak isteyince, "ben
anneanneme gidiyorum" diyerek, O'nu atlattı.
Sahi, çok sevdiği; beraber olmaktan her zaman büyük mutluluk duyduğu Ebru'yu bu
defa niçin ekmişti? Ebru'yla neyi paylaşmak istenmiyordu?
a) Bu "kutsal mekan"ı yani kütüphaneyi,
b) O, büyüleyici kitabi,
c) Ulaşabildiği yeni bilgileri,
d) Araştırmacılığın verdiği keyfi,
e) Hepsi
Seda doğru yanıtı bu defa bulmaya çalışmadı bile. Belki de sadece yalnız kalmak
istiyordu.
80. Yılında Türk Sineması 1914-1994'ün kapağını tekrar açarken, telaşlı bir
sevinç içindeydi. "Yönetmenler", 255-266. sayfalardaydı. Alfabetik olarak
sıralanmışlardı. Önce
Kula'da Üç Gün'ün yönetmeni Suha ARIN'i bulmalıydı: AKAD, Lütfü Ö.; AKSOY,
Orhan; ARAKON, Aydın; ARIBURNU, Orhun M.; ÇAKMAKLI, Yücel!... gözlerine
inanamadı!
Suha ARIN yoktu!
BU defa Ertuğrul KARSLIOĞLU için, 259. sayfada başlayan "K" harfine geçti.
KARAMANBEY, Çetin; KAVUR, Ömer; KENÇ, Faruk; KIRAL, Erden; KURÇENLI, Yusuf;
LİVANELİ,
Ö. Zülfü
"S"ler 262. sayfada başlıyordu: SABUNCU, Basar; SAĞIROĞLU, Duygu; SAYDAM, Nejat;
SEDEN, Osman; TOKATLI, Erdogan...
Seda, bir kez de şansını " Yapımcılar" bölümünde denemeye karar verdi; 249.
sayfayı açtı. Aradığı isimler bu bölümde de yoktu!
Seda şaşkındı. Ne yapacağını bilemiyordu. Tamam... Bu kez film başlıklarından
tarayacaktı; ama hangi yıllar?
Sonra aklına hocasının sözleri geldi: "... bu belgeseller 70'li ve 80'li
yıllarda televizyonda gösterildi. O zaman sizler çok küçüktünüz. Bu filmler bir
daha gösterilmedi..."
Seda, 148. sayfadan itibaren 1970'li yılları taramaya başladı... "226 film
çekildi" 1970 yılı, bu tümceyle başlıyordu. 226 film! Bir yılda Seda rakama
inanamadı. Tarama işlemini
sürdürdü.
1971'de 265; 1972'de 299 film çekildiğini hayretle öğrendi.
- Hayrola? Üç yönetmenle üç filmin ayrıntılarını bulmak bu kadar zor mu?
Gelen, kütüphane görevlisi hanimdi ve Seda'ya küçümseyen gözlerle bakıyordu.
- Yönetmenler dizininde yok. Yapımcılar listesini de taradım. Simdi de yılları
tarıyordum.
- Ah siz gençler... Kütüphane ve kaynak kitap kullanmayı bilmiyorsunuz. Ama,
kabahat sizde değil; düzende... Araştırmacı değil, ezberci nesiller
yetiştiriyoruz artık. Tek-tek
yılları taramakla baş edilir mi? Aç genel dizini, bul aradıklarını...
- Kitabin genel dizini yok efendim.
- Genel dizini yok mu? Nasıl olur?
Görevli hanim kitabi eline aldı; sonuna baktı; başına baktı... "İçindekiler"
sayfasını açtı. Sonra "Yönetmenler" bölümünü bulup:
- Versene o gazete haberini... dedi.
Seda haberin fotokopisini uzattı. Görevli hanim haberdeki isim ve başlıklara bir
daha baktı. Kitabin "Yönetmenler " bölümünü bir kez de O taradı. Sonra,
- Bak güzelim, dedi. Bu kitap galiba sadece konulu-oyunculu filmleri almış.
Belgeseller burada yok.
- Nasıl olur? dedi. Seda, Türk Sinema Tarihi'ni belgeselle başlatıyor bu kitap!
Hem de iki ayrı tarihte, iki ayrı belgeselle!
Kütüphane görevlisinin şaşkın bakışlarını görünce, Seda, kitabin en başındaki
"80. Yılında Türk Sineması ve Yeni Bir Tarihsel Belge Üzerine..."
başlıklı yazıyı buldu:
- Bakin, 1911 yılında, Osmanlı padişahı V. Mehmet Reşat'ın Manastır'ı ziyareti
sırasında, Osmanlı tebaasından Manaki Kardeşler, bu ziyareti filme çekmişler. Bu
haber filmi de
Makedonya Sinematek'inde hala saklanıyormuş. Filmden bazı kareler de iste buraya
basılmış...
Seda, sayfaları çevirerek konuşmasını sürdürüyordu:
- Üç yıl sonra, 1914 yılında Fuat Uzkinay, Ayestefanos'daki Rus Anıtı'nın
yıkılışını filme çekmiş. Bakin burada, '... tarihi anisi olan bu film, 150 metre
uzunluğunda bir
belgeseldir. Ve Uzkinay, Osmanlı tebaalı ilk Müslüman sinemacıdır.' diyor.
- Peki, bu kitaba göre Türk Sinema Tarihi, hangi yıl, hangi filmle başlıyor?
- Kitaptaki belgelere göre, 1911 yılında Manaki Kardesler'in çektiği filmle;
kitabin kapağına; ya da başlığına göre ise, 1914 yılında Fuat Uzkinay'in çektiği
filmle!...
Kütüphane görevlisinin kafasının karıştığını anlayan Seda, konuşmasını sürdürdü:
- Aslında, kitabin başlığı 83. Yılında Türk Sineması: 1911-1994 olmalıydı. Ama,
Osmanlı uyruğunda olmalarına karşın, Manaki Kardeşler Müslüman değilmiş. Fuat
Uzkinay'da
Osmanlı uyruğundan, ama, O, Müslüman.
- Yani, her iki durumda da, Türk Sinema Tarihi bir belgeselle başlıyor.
- Evet... Ama, aradığım üç belgesel ile yönetmenleri, Kültür Bakanlığı'nın bu
kaynak kitabında yok!
Kütüphane görevlisi kitabin baş ve son sayfalarını hızla karıştırdı; sonra
kitabi ters çevirip, havada sallamaya başladı. Seda çok şaşırmıştı. Kitabin
içinden masanın üstüne bir kağıt düştü. Kütüphane görevlisi gülümsedi:
- Belki de aradığımız bilgilere bu kağıt sayesinde ulaşabileceğiz.
İkisi birden, düşen kağıdın üzerindeki açıklamayı gözleriyle okumaya başladılar:
EKLER VE DÜZELTMELER
Elde olmayan nedenlerle 'Yönetmenler bölümü'nde Tunç BAŞARAN biyografisi
atlanmış; Ali Özgentürk, Atif Yilmaz ve Erdogan Tokatli'nın
biyografilerinde doğum tarihi yanlışları yapılmıştır..."
Açıklamanın devamında, anılan gerekli düzeltmeler yer alıyordu.
Kütüphane görevlisi düş kırıklığına uğramış gibiydi.
- Simdi bir kaynak daha getireceğim dedi ve gitti.
Biraz sonra, iki ciltlik yeni bir kaynakla döndü:
- Bunlar; Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği SESAM'in yayınları:
Türk Filmleri Sözlüğü. Birinci cilt 1914-1973 yıllarını; ikinci cilt ise
1974-1990 yıllarını kapsıyor. Birinci cildi sen tara; ikinci cildi de ben dedi.
Seda artık umutluydu. Çünkü, Türk Filmleri Sözlüğü'nün sonunda hem film hem de
yönetmen dizinleri verilmişti! Önce "Yönetmenler Dizini"ni taradı.
Aradığı yönetmenlerin adına orada da rastlayamadı.
Sonra, biraz umutsuz da olsa, "Filmlere Göre Alfabetik Dizin"e geçti ve
aradığı
üç filmin adini taramaya başladı.
Seda, "1973" yılına geldiğinde kütüphane sorumlusu, 1974-1990
yıllarını tarama
işlemini bitirmişti bile.
- İkinci ciltte bu belgesellerle yönetmenleri yer almıyor dedi.
- Birinci ciltte de yok! dedi Seda.
Toplam 800 sayfalık bu kaynak eser de sorunu çözememişti!
Kütüphane sorumlusu hanım, gazete haberini tekrar önüne koydu ve:
- İyi bir araştırmacı, aradığı bilgilere ulaşmanın yollarını da bulabilmelidir.
Mesela, bu haberin üçüncü paragrafında, filmleri seçen komisyonun kimlerden
oluştuğu belirtilmiş:
"... Bu komisyonda, ÇASOD, FIYAP, Çizgi Filmciler Derneği, SINESAN, SIYAD,
TÜRSAK, Sinema-Tek, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, Dünya Kitle İletişim Vakfı
(Ankara Film
Festivali Komitesi), Adana Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali, Ankara
Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi,
Anadolu Üniversitesi ve
Kültür Bakanlığı temsilcileri ile Alim Şerif Onaran, Nijat Özön, Atilla Dorsay,
Giovanni Scagnomillo yer alıyor".
- Biz de şimdi, bu üç filmi seçenlerin yayınlarına yöneleceğiz. Bu is inada bindi
artık. Bekle beni, birazdan geleceğim.
Kütüphane görevlisi haber metnini de yanına alarak, uzaklaştı.
Biraz sonra döndüğünde, kucağı kitap doluydu, görevli hanimin. Seda yardim için
ileri atıldı, kitapların bir bölümünü masaya taşıdı.
Kitapları aralarında paylaştılar. İki koldan başlayan tarama işlemi, o gün,
kütüphanenin kapanma saatine kadar devam etti.
Ertesi gün yine iki koldan araştırmayı sürdürdüler. Seda, taranma işlemi biten
her kaynak için kısa notlar alıyordu:
- Giovanni Scagnomillo, Türk Sinema Tarihi, Cilt II, 1960-1986, Metis Yayınları,
1986. (Aradığımız belgesellere rastlanmadı!)
- Nijat Özön, Türk Sineması Kronolojisi, Bilgi Yayınevi, 1966.
(Aradıklarımızı bulamadık!)
- Attilla Dorsay, Yüz yüze, Tarih-Ani-Gezi-Olay Dizisi: 42, Çağdaş Yayınları,
1986. (Toplam 256 sayfa. Sadece 4 sayfası belgesel filme ayrılmış. Bu dört sayfa
da, bir tek
belgeselden söz ediyor: "Feyzi Tuna'nin ilginç Belgeseli 'Çağdaş Nasreddin Hoca:
Aziz Nesin' örnek bir çabayı oluşturuyor". (s.103-106)
- Agah Özgüç, 100 Filmde Başlangıcından Günümüze Türk Sineması, Bilgi Yayınevi,
1993. (Herhangi bir belgesel film izine rastlanmadı!)
- Başlangıcından Bugüne Fotoğraflarla Türk Sineması, IDGSA Sinema -Televizyon
Enstitülüsü Yayını, Der: Duygu Şekeroglu, İstanbul,1979.
(Belgesel sinemamızdan
bahis
yok!)
- Sinema Yıllığı '93, TÜRSAK (Türkiye Sinema ve Audio-visuel Kültür Vakfı)
Yayını,
İstanbul, 1994. (Artık şaşırmıyorum!)
Seda ve kütüphane görevlisi, bir süre karşılıklı bakıştılar... İkisi de
söyleyecek söz bulamıyordu. Yenilgiyi kabullendiklerini, birbirlerine,
bakışlarıyla anlatıyorlardı.
- Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum dedi Seda, gözlerini yere indirirken.
- Keşke bir ise yarasaydı!
- Çok ise yaradı. Sizden çok şey öğrendim.
Kütüphane görevlisinin gülümsemesine, yine gülümsemeyle karşılık verdi, Seda.
Her şeye rağmen, yine de mutluydu."Ev-Okul-Dershane" üçgeninden, bir kaç
günlüğüne de
olsa, uzaklaşmıştı ya... Aynı üçgene hiç olmazsa "tedricen" girmek için, bu deneyimini " çoktan seçmeli" bir test'e
dönüştürmeye karar verdi:
Sinemanın 100. Yıldönümünde, tüm dünyada Türkiye'yi temsil etmek üzere yetkin
bir kurul tarafından seçilen bu üç belgeselle ilgili araştırma sonuçları.
a) Tümüyle hayal ürünüdür
b) Tümüyle gerçektir
c) Bir bölümü gerçek, bir bölümü hayal ürünüdür
d) Hepsi
e) Hiçbiri
Not: Doğru yanıt için T.C. Kültür Bakanlığı ya da anılan Seçiciler Kurulu'nun en
kısa zamanda bir açıklama yapması beklenmektedir.
"Not"un Mini Test'i:
a) Hiçbir açıklama yapılmaz;
b) Yapılır, medyaya yansımaz;
c) Yapılır, medya yanlış yansıtır;
d) Hepsi;
e) Hiçbiri.