Gerçeklik, Belgesel Yönetmenin Duruşu
Gerçeklik ve bir örnek olarak Flaherty
Belgesel sinema ve onun temel özellikleri üzerinde tartışırken işleri ve ilkeleriyle bu tarzın oluşumunu ve gelişimini sağlayan önemli yönetmenlerden
söz etmek gerekir.
1884-1951 yılları arasında yaşamış olan Robert J. Flaherty, belgesel sinemanın en önemli uygulayıcılarından biri olarak kabul edilir. Flaherty çocukluğunu maden mühendisi olan babasını yanında araştırma gezilerine katılarak geçirdi. 1910 yılında kendisi de Kanada demiryollarının sahibi tarafından Kuzey Kanada'ya gönderildi ve bu bilinmeyen yörenin haritasını çıkardı.
Üçüncü araştırma gezisi öncesinde Sir Mackenzie'nin önerisiyle gittiği yerleri filme almayı kararlaştırdı. Bir sinema kursuna katıldıktan sonra "Bell and Howell" marka kamera ve aydınlatma araçlarına ek olarak taşınabilir baskı ve yıkama makinalarıyla araştırma gezisine çıktı. Bu geziden sonra "belgesel sinema" onun yaşamının en önemli eksenini oluşturdu.
1920 yılına dek çektiği filmleri kurgulayarak Amerikan Coğrafya Derneği'nde gösterdi. Bu gösterim sonucunda yaptığı işten duyduğu mutsuzluğu karısıyla analiz etti. Eksikleri ve yanlışları tespit ederek bir Eskimo ailesinin yaşamını belgeleme kararı aldı. 1920-1922 yılları arasında Flaherty, Hudson Boğazı dolaylarında Port Huron'da Eskimolarla birlikte yaşadı. Nanook adında bir Eskimo'nun ve ailesinin günlük yaşamlarını filme aldı. Bu film aynı zamanda o devirdeki belgesel film ilkelerini de belirledi. Flaherty için film süreci çekimden çok önceden başlayan bir süreçti. Filmini çekeceği kişileri kendi yaşadıkları ortamda uzun bir süre gözlemekten de öte, onlardan biri gibi yaşamayı da gerekli görmüştü Flaherty.
Flaherty, Nanook of The North ile belgesel filmin iki önemli ilkesini ortaya çıkarır. Birincisi, malzemeyi olduğu yerde yakalamak tespit etmek ve onunla belirli bir yakınlık sağlamaktır. İkincisi, betimleme ile dramı ayırt etmek, ayırmaktır.
Kraucher'e göre Flaherty için önemli ve gerekli olan unsurlar, bir öykü ama gerçek bir insanın yaşamından çıkan bir öyküdür. Flaherty için aslolan hareket ve davranışların önceden planlanmaması gereğidir. Flaherty için en önemli gereç kameradır.
(Bu noktada, tam bu noktada bütün klasik öğretilerde hiç görmediğimiz, okumadığımız bazı bilgileri iletmek isterim. Bu bilgiler tartışmasız çok yetenekli bir yönetmen olan Robert Flaherty'nin belgesele, belgesel anlayışına, belgeselle neler yapılabileceğine yaptığı önemli etkilere açılım sağlaması yönüyle önemlidir. Bir kaç somut cümleyle bu bilgilerden yalnızca bazıları; Nanook'un dört karısı vardı ve yönetmenden çekim süresince ücret aldı. Nanook bir yıl sonra açlıktan ölmedi. Nanook of The North'a üstünkörü bakıldığında bu yapımdaki görüntülerden yola çıkılarak, bunun bir kaç günde ya da bir kaç haftada çekilebileceği gibi bir iddiada bulunulabilir. Günümüz yönetmenlerinin çok çeşitli nedenlerle genellikle tercih ettikleri yöntem budur. Bir öykü ya da haber duyulur. Bu mekana gidilir, bir kaç gün çekim yapılır. Bu işlem sonucunda elde belli miktarda görüntü stoku oluşturulur. Bu görüntülerde kaçınılmaz bir şekilde eksik olan süreçler, olgular ve gerçekler bir metinle geçiştirilir ya da yeni teknolojilerin elverdiği imkanlarla yaratılan sanal ortamlarla sorunlar çözülmeye çalışılır. Günümüz yönetmenlerini belgeseli bu şekilde oluşturmaya iten televizyonun süratle tüketimi veya maddi kaygılar belgeselin omurgasını da zedelemektedir.
Flaherty'nin yapıtlarının hala çok geniş kitlelerce beğenilmesinin ve bu yapıtın yaşlanmamasının sırrı, onun film dilinin gücünde saklıdır.
Tekrar önemle belirtmekte önemli yararlar olan konu da; gerçek bir öyküden yola çıkılsa da bizim 35 mm üzerinde kaydedilen ve kurgulanarak izlememize sunulan şeyin artık bu öykünün gerçekliği değil filmin gerçekliği olduğudur. Flaherty'nin çalışmasının estetik gücünün en önemli bölümü de bu çekim ve kurgulama işlemlerindeki ustalıkta gizlidir.
Ancak,
Konu ne olursa olsun gerçekle ilgili hangi araştırmaya girilirse girilsin sonucun tarihe katkı sağlayıcı bir yerlere yaklaşmasının önemli koşullarından biri "bilimsel bakış açısıdır" kişisel ve toplumsal uygarlık düzeyini belirleyen şey de gerek çalışmaların gerekse kişisel ya da toplumsal yaşamın bu sözü edilen "bilimsel bakış açısına" yakınlığı ve uzaklığıyla ilgilidir.
Uygarlığın bilimsel yaklaşım olmaksızın var olamaz. Bilimin sağladığı buluşlar uygarlığı yaratır, besler ve ileriye götürür. Bu en azından teoride böyledir. Elektronik konusunda dünyanın en ileri ülkelerinden biri Japonya'dır. Kişi başına düşen gelir, okuma yazma oranı, sağlık hizmetleri ,ulaşım gibi ölçülebilir ve uygarlığı ölçmeye yaradığı kabul edilen bir takım rakamlar ele alındığında Japonya'nın en uygar beş on ülkeden biri olduğu söylenebilir.
Türkiye ise böyle bir sıralamada dünya ülkeleri arasında ortanın bir hayli altında yer almaktadır. Uygarlığı ölçtüğü var sayılan rakamların gösterdiği bir saptama bu.
1939 yılında Avrupa'nın en önemli elektrik ve elektronik firmalarından biri AEG firmasıydı. Yani bilimin ya da bilimsel bakışın gene yani uygarlığa en yakın olmanın ölçütlerini taşıyan bu firma toplama kamplarının ve dolayısıyla fırınlarını elektrik sistemlerini yapan firmaydı. Demek ki gerçeği ararken klasik anlamda kullanılan bilim ya da bilimsel bakış ölçütleri her zaman işe yaramıyor, demek ki yeni bakışlar bulmak, yeni mihenk taşları edinmek zorunda insanlar. Özellikle belgeselciler. Ülkemizin önemli bilim insanlarından Prof. Dr İsmail Duman "Bilim fakir oğlan, kapital de zengin kızdır. Bunların aşkından doğan gayri meşru çocuğa teknoloji adı verilir." Diyor.
Belgesel bir başka şekilde tanımlanmak istenirse ve bu tanım özellikle yönetmen bakışından olursa şöyle demek olasıdır; "Yönetmenin anladığı, analiz ettiği, emin olduğu ve başkalarına aktarılacak kadar değerli bulduğu bir durum, bir olay, bir gerçekliğin görsel anlatımı."
Doğaldır ki böyle bir faaliyete girişen kişi, yönetmen kendisini de bu aktarımın sorumluluğunu üstlenecek kadar yetkin bulan kişidir. Bu yetkinliği sağlamada yönetmenin güvenebileceği kavram olan bilimle ilgili yukarıda saydığımız sorunlar son derece önemlidir.
Tarihe, dünyaya ve olgulara bakacak yeni bakışlar ve bakış açıları geliştirmek zorunda olunduğu açıktır. Bir belgeselci için bu daha da kaçınılmaz bir gerekliliktir. Gerçeği arayanların çıktıkları yol meşakkatli ve zor bir yoldur. Ancak genelde yanlış ya da doğru yolda olduğumuzu anlamamıza yarayan ve hiç beklenmedik hatta ilişkisizmiş gibi görünen belirtiler vardır ve bunları kaçırmamak gerekir. Sanatçının yalnızlığı bozulur ve görüşleri genel bir kabul görmeye başlarsa ve gene sanatçı içinde yaşadığı toplumun çeşitli organlarıyla kuvvetli bir ticari ve dostane ilişki içine girmişse gerçeği arama yolunda sorunlu sokaklara sapmış olma ihtimali kuvvetleniyor demektir. Tüm bunlar uyumu getirir. Uyum sanatçının sonudur. Sanatçı uyumsuz olmak için özel bir çaba içinde olmalıdır anlamına gelmemeli bu söylenenler. Bu kaçınılmaz bir durumdur.