‘Urfa ve Mardin’i görmeden ölmemek gerekir’
Ertuğrul KARSLIOĞLU
Yüzyılın belgeseli seçilen Keçe’nin Teri’nin Yönetmeni olan Ertuğrul Karslıoğlu
ile Güneydoğu ve belgeselleri üzerine bir söyleşi yaptık.
Belgesel film yapmaktaki amacınız nedir, nasıl başladınız?
Öncelikle belgeselin tanımından başlamak gerekiyor. Belgesel toplumun
hafızasıdır. Gerçeği yaratıcı biçimde yorumlamanız ve yansıtmanız gerçeği ortaya
çıkarmanız gerekiyor. Belgeselci kendi ülkesindeki toplumun içinde bulunduğu
dünyanın sorunlarıyla ilgilenen kişi olmak zorundadır. Ben ülkemizin kültürel
varlıklarının çok önemli olduğuna inanıyorum. Bu kültürel varlıkların toplumla
beraber nereye kadar gideceğini düşündüm ve geçmişteki yaratılanlarla bugün ve
gelecekte neler yapılabilir ve bu kültür birikimi nerelere kadar götürülebilir
düşüncesiyle ilgili çalışmalar yaptım. Benim kısaca amacım içinde yaşadığım
toplumun değer yargılarını sorunlarını gündemde tutmak.
Yüzyılın en iyi belgeseli seçilen 1988 yapımı Keçe'nin Terinden bahsedebilir
misiniz?
Keçenin teri belgeselinin benim için çok farklı bir yeri var. Keçe biliyorsunuz
şu anda bu biçimde yapılmıyor. Bu biçimde yapılan keçe Urfa ve Siverek yöresinde
yapılan keçeydi. Belgesel çekimlerinden sonra keçenin insan gücüne dayalı
üretilme biçiminin ortadan kalktığını ve artık makinalarla yapıldığını
biliyoruz. İnsan emeğinin bu kadar rafine biçimde ortaya çıkması ancak böyle bir
üretim biçiminde görülebilir. Terin keçeyle karışmasından ortaya çıkan inanılmaz
bir üretim. Bu topraklarda yaşayan insanlar böyle şeyleri yaratabilmişler ve bu
güzellikleri ortaya koymuşlar. Keçe kullanımının göçebe toplumlarda Orta Asyada
çadırlarda kullanıldığını biliyoruz. Fakat keçenin bu biçimde yapılması ve bu
desenlerin olması keçenin bu şekilde pişirilmesi başka bir yerde yoktur.Keçe,
Güneydoğu bölgesindeki insanların düşüncesi ve zekası ile etinden sütünden
faydalandığı hayvandan aldığı kılla yarattığı bir sanat eseridir. Yurtdışında da
bir çok ödülleri vardır oradaki insanlarda gördüklerinde şaşırıyorlar böyle bir
üretim biçimi var mıdır diye. Keçenin Teri belgeselinin 1996 yılında yüzyılın
belgeseli olarak seçilmesiyle keçenin bu türde yapım biçiminin tarihe mâl
olduğunu gösteriyor yapan kişilerinde tarihe bu şekilde geçmesi söz konusu. En
önemlisi de Şanlıurfa diye bir kent var Türkiye de görülmezse ölünmemesi gereken
kentlerden biridir. Şanlıurfa, yaşama biçiminin en renkli olduğu, kültürlerin
harmanlandığı, yemek kültürünün en farklı olduğu ve en zengin olduğu bir kent.
Dolayısıyla bu tür değerler bu bölgede fazlasıyla var aranırsa halen var.
Belgesellerinizde filme çektiğiniz insanlarla ve mekanlarla nasıl bir
iletişiminiz oldu?
Belgeselin temelinde şu yatıyor, belgeselci dağarcığı bilgiyle, kültürle kendi
ülkesinin sorunlarıyla ve kökleriyle dolu olan kişi olarak tanımladığımızda film
yaparken karşılaştığınız kimselerle yapacağınız ilişkiler son derece basite
iniyor gittiğiniz yörede o insanın nasıl yaşadığını o çevrenin nelerden
hoşlandığını neler ürettiğini geleneklerini bildiğinizde ve ona söylediğinizde
sizinle son derece sıcak bir ilişkiye giriyor. iletişim sağlıyorsunuz problem
olmuyor. Zaman zaman iletişim kuramıyoruz. Bunun nedeni de belgeselci bir
kültürün bir sorunun peşinde koştuğu için eğlenceye yönelik yanı olmadığı için
para ile çalişan insanın karşısında bu tavırdaki çalışan insanı belgeseline ikna
edebilmek için gittiğinin farkında olmalıdır. Aksi halde bu adam sana yaba ile
saldırır. Sonuçta bir magazin programcılarıda gidiyor ve o insanlarla alay
ediyorlar belgeselci öyle değil belgeselci insani değerlerin ne olduğunu biliyor
ve ona saygıyla yaklaşıyor.onun kendi değer yargılarına saygı gösteriyor böyle
yaklaştığınız zaman problem olmuyor.
Bu belgesellerde konusu olan kişilerin kendi yaşamları hakkındaki görüşleri ve
belgesel filmlerinize tepkileri nelerdi?
Ben Elazığlıyım ama Kars kökenliyim Ankara da okudum İstanbul da hayatıma devam
ediyorum.Kendime baktığım zaman kültürünü aldığım yer birinci olarak Elazığ dır.
İkinci kent neresi derlerse Urfa diyorum .Bir belgeselci olarak beni her zaman
cezbeden bir yer olan Urfa daki insanlarla ilişkilerimiz son derece düzeyli
sıcak ve samimiydi.
Televizyonlarda belgesellere yeterince yer verilmediğini görüyoruz. Neden ?
Televizyonlarda belgesellere gerçekten yeterince yer verilmiyor bunun sebebi de
televizyonlar ticaret yapıyorlar ve para kazanıyorlar sanattan ve estetikten
yararlanıyorlar ve asla bunu geri döndürmüyorlar böyle bir problemleri yok.
Dolayısıyla ülkenin sorunlarıyla ülkenin kültürüyle ilgili belgesellere reklam
veren belgeselin içine reklam vermiyor. Vermeyince kanalda belgeseli
yayınlamıyor.Ama bunun farkında değil içinde yaşadığı toplumun kültürü giderek
yozlaşıyor ve giderek yok oluyor. Bunu ortaya çıkaracak olan belgesellerde
gerçeği söylediği için işlerine gelmiyor belki de. Haber programı yapmakla
belgesel yapmak farklı şeyler. TRT de son zamanlarda diğer kanallarla yarışmaya
başladı. Oysa devletin kanalı halktan aldığı parayı halka yansıtması gerekiyor.
Bizim dönemimizde trt son derece sağlıklı belgeseller yapıyordu halkta bunu
zevkle izliyordu.Ticari kanallarla yarışa girince onlarda belgesel yayınlamamaya
başladılar ama yine de yapılıyor.
Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Kültür Üniversitelerinde eğitim verdiğinizi
ve yarışmalarda jüri üyesi olduğunuzu biliyoruz. Yeni neslin belgesel sinemaya
bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuda çok iyi işler yapılamadığı için böyle bir yargıya varmakta zor. Derse
gittiğim üniversitelerde öğrenciler işin ciddiyetini kavradıklarında gerçekten
belgeselin çok önemli olduğunu görüyorlar ve okulda çaba gösteriyorlar.Bu çaba
bizi çok sevindiriyor ve umutlandırıyor. Bizim insanımız değeri biliyor ona
kendi değerlerini anlattığınız zaman bu doğru diyor ve ben bununla neden
ilgilenmedim diye hayıflananlar dahi oluyor özellikle ben öğrencilerde bu
potansiyeli görüyorum. Ama izleyicide bu var mı tartışılır çünkü izleyicinin
kafasını öyle programlarla dolduruyorlar ki izleyicinin bununda belgeseli olmalı
diyecek gücü kalmıyor. Bizim evdekiler sizin evdekiler gelinler kaynanalar gibi
son derece hatalı işler yapılıyor. Bu programlar bazen rtüke göre hata
yapıyorlar ve rtük onları cezalandırmak üzere özrü kabahatinden büyük belgesel
gönderiyor ve yayınlatıyor. Bir başkasının emeğini bu şekilde kullanılmaz ve
ceza şeklinde yayınlanmaz. Dünya nın hiçbiryerinde böyle bir şey yoktur. Böyle
bir durumda parasal ceza uygulayabilirsin fakat bir insanın emeğini ceza olarak
koyamazsın. Dolayısıyla halk belgeseli istiyor yada istemiyor tartışmasına
girmemek lazım.
Önemli olan burada televizyon yöneticilerinin sorumluluğudur ve kabahatidir.
Bizde öğrencilerimizle bu sorunu çözmeye gayret ediyoruz. Öğrencilerle ve
belgesel izleyicilerinin tepkileriyle belgesel yeniden diliyorum gündeme
oturacaktır.
Güneydoğu'da çektiğiniz belgesellerin sizde kalan etkileri?
Güneydoğu Anadolu bölgesinin bende çok önemli etkileri var tabii. Özellikle urfa,
mardin, beni çok etkileyen kentlerdendir. orada çok kadim dostlarım var ömür
boyu sürecek dostluklarımız oldu. O yörelere her gittiğimde yeni bir heyecanla
gidiyorum ve bende yeni şeyler yapacağım düşüncesini doğuruyor. Herşeyinden çok
fazla etkileniyorum düşünün mırrasından içli köftesine balcan kebabı gibi. Şu
anda sayamayacağım kadar bende etkileri var. Ve bir diğer etki de oradaki
insanların bakış açısı ve bir diğer insanla olan ilişkileri o sıcaklık,
komşuluk, akrabalık, dostluk var başka bir yerde yok. İstanbulda akrabanızla
dostunuzla görüşemezsiniz bile ama orada böyle bir şey yok. Kimileri bunu feodal
bir ilişki olarak adlandırır ama ben tamamen insani ilişkilerden söz ediyorum
Güneydoğu'da çalışmış biri olarak, bölgeyi görmeyenlere neler söylersiniz?
Hemen gitmeliler, özellikle Urfa yı ve mardini görmeden ölmemek gerekiyor.
Öğrencilerimi götürüyorum. Gaziantep, Adıyaman, Elazığ, Diyarbakır, Şırnak,
Hakkari, Van, bütün bu bölgeleri görmek önemli. İstanbuldan çıktığınızda eğer
istanbulda yaşıyorsanız buranın dışında bir dünya nın olduğunu göreceksiniz.
Oradaki değerleri yaşama biçimini ve kültürü gördüğünüzde ufkunuz açılır.
Mimarisinden zanaatına ve sanatına kadar inanılmaz bir potansiyel Güneydoğu.
Aslında Karadeniz de Orta Anadolu da da böyle kültürler var tabiiki ama beni en
çok etkileyen bölge belgeselleriminde de çalıştığım yer olan güneydoğudur.
Dünya'da Belgesel sinema nasıl, Türkiye'deki ilgisizlikle karşılaştırır mısınız?
Dünya da herşey çok hızla değişiyor ve bilinen bu değişim sürecinin içinde
yaşıyor dünya ülkeleri çağdaş sinema çağdaş sanat ve bunlardan etkilenen
topluluklar ve bunların etkileri büyük bie devinim ve değişim içerisinde. Biz
bir tek bu ülkede belgesel alanda değişimi ve devinimi göremiyoruz çünkü
insanların gözünü hırs bürümüş para kazanacaklar ve o paraları yatlarla katlarla
yiyerek hayatlarını sürdürmeği amaçlıyorlar. Böyle olunca kültürle ilgili bir
çalışmayı umursamıyorlar dolayısıyla Türkiye de geriye doğru bir hareket var.
Ülkemizdeki bu ilgisizlik bir süre sonra geçeceğine inanıyorum. Yeni jenerasyon
araştırıyor ve merak ediyor. Ben inanıyorum ki belgeselleri didik edip çok başka
yerlere taşıyacak. Bizim çabamızda bu zaten. Bu ilgisizliğin çok uzun süreceğini
sanmıyorum. Türkiye de kapitalizm süreci yaşanmıyor diyorlar fakat kör topal
yaşanıyor ve geçmek üzere olduğuna inanıyorum.
Güneydoğu ve halkı hakkındaki görüşleriniz neler?
Bu kadar sıcak kanlı insanları bir arada görmek ihtimali dünyanın hiçbir yerinde
yok. Yani lokmasını paylaşan sabahlara kadar sizinle beraber olan işini gücünü
terkedip sizinle beraber olmayı göze alan sizin için ilişkileriniz biraz
ilerlediğinde canını verebilecek bir insan yapısı var güneydoğu da Bu kadar zor
bir çağda ve zor koşullarda yaşayan insanların katledildiği öldürüldüğü toplu
olarak kıyıldığı bir dönemde bizim en dikkat etmemiz gereken Güneydoğu Anadolu
bölgesinde inanılmaz bir insan sıcaklığı var ve bizim birliğimizin
bütünlüğümüzün temel nedeni de oradaki sıcaklıktır. Ben bu Ülkeyi ve bu ülkenin
tüm insanlarını çok seviyorum aslında.
Ertuğrul Karslıoğlu'na bu içten ve samimi sohbeti için çok teşekkür ediyoruz
Keçe'nin Teri, Suyla Gelen Kültür adlı belgesellerinin fotoğrafçısı olan ve
geçtiğimiz yıllarda yitirdiğimiz fotoğraf ustalarından Mehmet Avcıdırlar'ı da
saygıyla anıyoruz.