Nâzım Hikmet Kültür Merkezi bünyesinde kurulan Kısa Film Üretim Atölyesi ilk
ürününü verdi. Geniş bir kadronun kolektif çalışması sonucunda ortaya çıkan ve
ünlü bir öyküden uyarlanarak çekilen “Kamber Ateş Nasılsın” adlı kısa filmde
amatör oyuncular da rol almış ve ilk gösterimde izleyiciler özellikle bu
oyuncuların performansına hayran kalmış.
Bu senaryo, bu fikir nereden ortaya çıktı? Neden Kamber Ateş Nasılsını
seçtiniz? Farklı alternatifler arasından mı geldi bu proje?
Çağrı Kınıkoğlu
Bu çalışmanın 10 yıllık bir tarihi var. Yeni Sinema ile
başlayan bir çalışma bu. Tabii, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki arkadaşlarımızın
Görüntü Dergisi’ni çıkarmaları da var; ama o daha çok ön hazırlık gibiydi
açıkçası. Yeni Sinema ile birlikte sinema alanında ideolojik ve siyasi bir
mücadele vermek gibi bir kanalı şekillendirmeye başladık.
Her yayıncılık pratiğinin karşılaştığı sorunlardan biridir: Bulunduğunuz alanda
nerede duruyorsunuz? Kültür-sanat dergiciliğinden siyasal yayıncılığa kadar
birçok dergi, yürüttükleri çalışmanın pratik ayaklarını oluşturamadıkları için
sönümlenip gitti.
Yeni Sinema için de bir üretim sorunsalı vardı başından itibaren. Zaman
geçtikçe, bu kendisini daha fazla dayatmaya başladı. Sinema semineri
programları, atölye ve diğer çalışmalar vasıtasıyla biz anladık ki, bu işin
pratik ayağı olmazsa, söylenecek şeylerin bir sınırı var.
Siyasi duruşunuza ek olarak bir üretiminizin olması lazım yani….
Çağrı Kınıkoğlu
Evet, yakın çevremizdeki arkadaşlar; dönemin Nâzım Kültürevi
çalışanları da çalışmamızın sonuçlarını görmek istediler. Böylece belli projeler
şekillenmeye başladı.
Başlarda sinema sektörü, sinema alanıyla ilişkimiz izleyiciliğin ötesine
geçmiyordu. Ne sinema-televizyon bölümünde okuyan vardı, ne de sektörde çalışan.
Üretime geçemememizin bir nedeni de bu kopukluktu. Sürekli, üretim kanalını
nasıl şekillendiririz diye düşünüyorduk.
Aynı dönemde, partinin siyasi üretimine destek olacak kısa propaganda filmleri
de üretmeye başlamıştık. Bu bizim için bir üretim kanalı olmaya başlamıştı.
Bu dönemde zihnimizde hep çeşitli projeler yer alıyordu. Kamber Ateş Nasılsın
öyküsü de, benim aklımda olan ve yapmayı düşündüğüm bir projeydi o dönem. ‘Bunu
nasıl filme çekerim” diye düşünüyordum.
Öyküden bahsedebilir misiniz biraz?
Çağrı Kınıkoğlu
Kürt hareketinin canlı olduğu 1990’lı yılların ilk yarısında,
İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından yayınlanan “Cezaevi Öyküleri” adlı
kitapta yer alan bir öyküydü bu. 12 Eylül sonrasından bir kesiti anlatıyordu.
Bu hikaye şu açıdan da ilgimi çekmişti: Bizler hep siyasi kimliğimizin açık ve
net olduğu bir çalışma içindeydik. Yer aldığımız siyasi yapının gündemleri
elbette bizi de bağlıyordu.
Hep gündemimizde olan “Yolları birleştirmek” olarak ifade ettiğimiz Türk ve Kürt
emekçilerinin ortak mücadelesi başlığı çerçevesinde, bu öykü değer taşıyordu.
Türk ve Kürt emekçilerinin çektikleri sıkıntıların ve bu sıkıntılardan kurtulma
yolunun ortak olduğuna dair bir vurgu yapmak istiyorduk.
Sonuçta 12 Eylül, hem Kürt hem de Türk sosyalistlerine karşı bir darbeydi.
Sinema ve çalışmalarınız açısından bakınca, 12 Eylül nasıl etkiledi sinemayı?
Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önder Önsal
12 Eylül üzerine birçok değerlendirme yapılabilir. Ancak tüm
insanların, salt hümanizm açısından da olsa, 12 Eylül’e yükledikleri birtakım
ortak anlamlar var. Filmde bunlar net olarak görülüyor diye düşünüyorum: Kan,
gözyaşı ve şiddet mesela…
Mesela filmde birinci planda yer almıyor ama, arka planda bir şiddet var. Biz,
vereceğimiz mesajı engelleyebileceğini düşünerek bu şiddeti ön plana, çıplak
olarak taşımadık. Bu şiddetin ideolojik boyutlarını vermeye çalıştık. Bir
annenin kendi çocuğuna birçok şey sorabilecekken, bunu Kürtçenin yasak olması
nedeniyle söyleyememesini şiddetin yansısı olarak yorumladık.
Tabii, burada bahsedilen öykü, adli suçlar nedeniyle hapse girmiş bir Kürt’ün
başına da gelebilirdi. Ancak, öykü de bahsedilen Kamber Ateş’in bir siyasi suçlu
olması tabloyu daha çarpıcı kılıyor. Kendisi hâlâ hayatta olan, gerçek bir
kişilik.
Çağrı Kınıkoğlu
12 Eylül üç düzeyde bir zorbalık olarak tarif edilebilir:
İktisadi, siyasi ve ideolojik düzeyde bir zorbalık. İktisadi kısmı biliyoruz, 24
Ocak Kararları 12 Eylül’le mümkün oldu. Hatta bunu örnekleyen bir mektup var. Bu
mektup Vehbi Koç tarafından Kenan Evren’e yazılmış. Koç, 12 Eylül için teşekkür
ediyor.
Sermayenin teşekkürü…
Çağrı Kınıkoğlu
Evet, bir de Halit Narin’in bir açıklaması var: “Bu güne kadar
işçiler güldü, şimdi sıra bizde.”
Siyasi zorbalık ise, işçi sınıfının kendi varlığını ortaya koyduğu siyasi
kanallar tıkandı. Sendikalar, siyasi partiler vs. kapatıldı; sınıfın siyaset
yapmasının önü kesildi.
İdeolojik zorbalık kısmı ise, aslında bugün de şiddetli biçimde yaşadığımız bir
süreç. “Özalizm”le başlayan bir süreç bu. Zorla bir tür bireycilik yerleştirildi
topluma.
İdeolojik zorbalık kısmını Kamber Ateş açısından değerlendirirsek, bir kere
öyküde gardiyanlar var. Tüm siyasi boyutundan arındırırsanız, bir kere bir
annenin kendi çocuğuyla konuşmasını engellemek diye bir şey söz konusu. Bugün
Cem Uzan’lara oy vermeye kadar uzandı bu zorbalığın sonuçları.
Sinemaya nasıl yansıdı derseniz, esas boyut, sanatçıların ve aydınların
toplumdan kopmaları oldu. Sanatçı ve aydınlar, toplumun sorunlarına eğilme
kaygısından uzaklaştı.
12 Eylül’den bugüne gelirsek, ticarileşme baskısının yükselmiş olduğunu
görüyoruz. “Ne yaparsan yap, satılabilir bir şey yap” baskısı var. Siz 10 yıllık
bir çalışmayı bir kısa filmle sonuçlandırdınız. Birçok olanaksızlıkla bu süreci
yaşadığınızı görüyoruz; bir nevi bu baskıya karşı aksi yönde hareket ettiniz. Ne
tür zorluklarla karşılaştınız?
Değer Demircan
Baştan alırsak, öyküler arasında seçim kriterlerimizden biri
“çekilebilirlik”ti. Her şeyin ötesinde oyuncu, ses, ışık, ekipman vb. maddi
olanaklar gerekiyor bir filmi çekebilmek için. Bu öykü için bir set olanağı
doğdu. Bu önemli bir şeydi. Dolayısıyla, karar kriterlerimizden en önemlisi
“hangi öyküyü çekebildiğimiz” oldu.
Şunu da söylemek istiyorum; Nâzım Hikmet Kültür Merkezi bünyesinde Kısa Film
Üretim Atölyesi’ni kurmaktaki amacımız, artık üretmek isteyenleri bir araya
getirmekti. Bir başka şey, politik bir sinema üretmek, sinemayı politize etmek
amacımızdı.
Kamber Ateş kolektif üretim için iyi bir örnek bence. Uzun süredir böyle bir
çalışma yapılmadı. Kuruluşundan çekimine kadar kolektif bir süreçti. Her şeyin
paylaşıldığı, her şeyin birlikte üretildiği bir süreç oldu bu film.
Mustafa Ziya Ülkenciler bize setin hazırlanmasında çok yardımcı oldu.
Kasımpaşa’da bir depo tutuldu. Burada Mustafa Ziya Ülkenciler bize bir hapishane
dekoru oluşturdu. Çok sınırlı bir sürede çekmek zorunda kaldık filmi.
Sürecin birçok parçası anlatılabilir; ama en önemlisi, bizim yakınımızda olan
insanları harekete geçirmekti. Bir kısa film için bakıldığında, çok denecek
sayıda insan rol aldı yapımda. Bugün tek kişiyle de kısa film çekiliyor. Eline
kamerayı alan, Taksim’e çıkıyor ve insanları çekiyor; kısa film oluyor bu.
Çağrı Kınıkoğlu
Mustafa Ziya Ülkenciler ve Orhan Aydın’ın “Artık oyunculu film
çekmelisiniz” ısrarları önemli oldu çalışmalarımızda. Kendileriyle sık sık
yaptığımız görüşmelerde bizi cesaretlendirdiler, tavsiyelerde bulundular,
sohbetler ettik tartıştık. Bu çok etkili oldu.
Ayrıca bizim bu alanda örgütlenmek gibi bir hedefimiz var. Bu alanın
siyasallaşması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca, birlikte çalıştığımız birçok
insanda da gördük ki, kendi kendine film çekmek insanları tatmin etmiyor
aslında. Onlar da bu işi başkalarıyla paylaşarak yapmak istiyorlar.
Ayrıca, sektörün içindeki ilişkiler o kadar dejenere olmuş durumda ki, insanlar
bunlardan kurtulmak, sıyrılmak istiyor. NHKM Sinema Topluluğu’nun amaçlarından
biri de, tam da bu dejenerasyona karşı bir sanatsal üretim zemini oluşturmak.
Önder Önsal
12 Eylül’den sonra hemen her sanat disiplininde bir sessizleşme söz
konusu oldu. Bu da, bir süre sonra “sanat filmleri” diye bir kategori yarattı.
Toplum üzerine söyleyeceğini çok sessiz, güçsüz söyleyen köhne filmler bunlar.
Ya da bir görsel şölene dönüşen, gürültüye boğulmuş filmler var.
Biz bu tabloyu reddettik. Hem kaygıları olan, hem sözü olan, hem de sponsorsuz
biçimde film çekilebileceğini göstermek istedik. Bu heyecan meyvelerini veriyor,
bunu yükselteceğiz.
Işıktan makyaja, çeşitli firmalarda çalışan ilerici insanlar, profesyoneller
destek verdi bize. Böylece, sponsorsuz ve sıfır bütçeyle, NHKM olanakları
doğrultusunda bir film çektik. “Demek ki, yapılabiliyor muş”u gördük. Asıl
derdimiz de buydu.
Dolayısıyla, sponsorsuz ama profesyonel filmler çekilebileceğini gösterdik. Bu
şekilde yola devam edeceğiz.
Filmi hep birlikte izledik. Sanıyoruz eleştirileri de alıyorsunuz çeşitli
kesimlerden. Peki siz kendinizi nasıl eleştiriyorsunuz? Sizce bu filmde neler
vardı, neler eksikti, gelecekte neler olacak üretiminizde?
Değer Demircan
Benim için çok duygusal bir süreçti. Ben sinema alanında bir
profesyonel ya da eğitim almış biri değilim. Tamamen gönüllü biriyim. Benim için
her anlamda ilkti ve çok duygusal bir süreçti.
Geriye dönüp baktığımda, bunun bizim için önemli bir başlangıç noktası olduğunu
düşünüyorum. Bence, film genel olarak derli toplu ve doygun bir film. Birkaç
bakış açısının bir araya gelmesi ile oluşturulmuş bir film bu. Benim, Çağrı’nın,
Özgür’ün ve diğer arkadaşların ortak bakışı… Bizim ortak anlatım dilimiz süreç
içinde oluştu; daha yüksek bir deneyim birikimi ile daha güçlü bir anlatım dili
olan, daha politik filmler yapabileceğimizi düşünüyorum.
Birtakım eksiklerimiz var tabii; bunların önemli bir kısmı da teknik boyuta
dair. Daha iyi olanaklarla teknik açıdan daha gelişkin bir film çekilebilirdi.
Ne bileyim, gidersiniz bir Kürt köyüne; ya da hareketli bir vagon sahnesi
çekersiniz.
Gelen eleştirilere baktığımızda, beğenmeyenin olmadığını görüyoruz. Belki de ilk
ürün olduğu için, herkes duygusal yaklaştı. Bir arkadaşımız, adı Barış, mesela
“İlk film, bunlar nasıl altından kalkacak” diye düşünmüş, korkmuş. Korkmuş;
çünkü bu öykü klasik bir öykü haline gelmiş bir öykü. Hakikaten de, böylesi bir
klasik öyküyü alıp tatsız tuzsuz bir şey haline de getirebilirsiniz. Edebiyat
eserleri uyarlamalarında böyle bir risk olduğunu söyledi. Ama o da çok
beğendiğini ifade etti.
Eleştiri getiren bir kadın izleyici, sanıyorum kendisi de siyasi tutsak olmuş,
hapishane atmosferinin çok gerçek olduğunu söyledi. Mesela dekorda bir eksik
vardı, bir delik. Onun fare deliği olduğunu düşünmüş; oysa ki bizim öyle bir
amacımız yoktu, bir eksiklikti o. Ama demek ki, onun fare deliği olduğunu
düşünecek kadar atmosfere girmiş. Bizim için çok pozitif şeyler,
cesaretlendirici şeyler bunlar.
Genel olarak eleştiriler olumlu.
Belki ikinci bir üründe bir karşılaştırma imkanı doğar. Peki yolda yeni bir
çalışma var mı? Başta belirttiğiniz öykü havuzundan yeni ürünler görecek miyiz?
Çağrı Kınıkoğlu
Evet, var. Kamber Ateş Nasılsın’ın da aralarında bulunduğu 30’a
yakın öyküden oluşan bir havuz bu. Bunlardan 7-8 tanesini ön sıraya koyduk.
Devamında da yeni projeler düşünüyoruz. Uzun metraj filme bizi bir an önce
götürmesini düşündüğümüz çalışmalar bunlar.
Sonbaharda ikinci bir yapımımızla seyircinin önüne çıkacağız.
Önder Önsal
Ben şunu söylemek istiyorum: Kendimizi eleştirdik mi? Evet
eleştirdik. Çeşitli yönleriyle oldukça zorlu bir proje olan Kamber Ateş Nasılsın’ı yeni bir oluşumun çekmesi hakikaten zorlu bir süreç. Birçok engeller
vardı, ancak bunları aşmak için gereken cesur adımları attık. Elbette kimi
boşluklar oldu, bunları görüyoruz.
Kimi negatif eleştiriler de oldu; ancak kimse gerçekliği verme konusunda olumsuz
yönde eleştirmedi bizi. Hapishaneler arasındaki uygulama farklılıklarından
kaynaklanan eleştiriler oldu. Yani örneğin Bayrampaşa’da yatmış bir kişi,
öykünün geçtiği Mamak’taki uygulamanın kendilerinde olmadığını söyleyebiliyordu.
Dönemi Çağrı araştırdı ve uygulamaları gözledi. Böylesi uygulama farklılıkları
olduğunu biliyoruz.
Ayrıca hep vurgulandı; teknik yetersizliklerden ötürü kimi eksikler var. Ancak
şöyle de düşünmek lazım; Türk sinemasında bizimkinden kat kat büyük
prodüksiyonlarda bile birçok boşluk olduğunu görebiliyoruz. Yani “herkeste var,
bizde de olur” demek istemiyoruz; kendi eksiklerimizi görüyoruz ve
düzelteceğimizi söylüyoruz. Burada, filmin bir ilk olduğunun da göz önünde
bulundurulması lazım.
Çağrı Kınıkoğlu
Sürecin kolektif yapısıyla ilgili olarak şunu eklemek
istiyorum: Biz NHKM bünyesinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Burada, NHKM
Tiyatro Topluluğu bize oyuncu alanında ciddi bir destek sundu. Nazif Uslu,
Nevzat Süs ve diğer arkadaşların ciddi bir emeği oldu filmde. Filmin müziğini
NHKM Müzisyenler atölyesi yaptı. Yiğit’e, Hazal’a, İlke’ye, Nimet’e teşekkür
etmemiz lazım. Emin İgüs’le de birkaç kez sohbetini ettik, tavsiyelerini aldık
kimi konularda. Yani sadece sinemacıların değil, çeşitli disiplinlerden
insanların kolektif emeğiydi bu çalışma. Bundan sonraki projelerimizde bu
disiplinler arası kolektif mekanizmayı güçlendirme gibi bir amacımız da var.
Önder Önsal
Biz Sanat Cephesi oluşumunun da içindeyiz. Orada, Çağrı’nın
bahsettiği bu disiplinler arası çalışma başlığını tartışıyoruz; bunu nasıl
oluşturacağımızı konuşuyoruz. Bu film çalışmamızda bunu bir ölçüde başarmış
olduk.
Değer Demircan
Ben bize destek veren insanlarla ilgili bir şey eklemek
istiyorum. Etrafımızda hiç oyunculuk deneyimi olmayan, amatör insanlarla çektik
bu filmi. Elbette profesyonel oyuncular da yer aldı. Ancak başrolleri paylaşan;
anne rolündeki Dilber Canpolat ve Kamber rolündeki Ali Çolak arkadaşımız, daha
önce hiç kamera karşısına geçmemiş insanlardı. Dolayısıyla, buradan kaynaklanan
kimi eksiklikler doğal olarak vardı.
Yine de, çok büyük bir heyecan ve duygu bağıyla üretilen bir film oldu. Mutlaka
eksiklerimiz var; ama bunları görüyoruz ve daha da heyecanlı ve eksiklerini
kapatan filmler yapacağımızı söylüyoruz.
Çok teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.