Sinema ile uğraşmak zordur. Üstüne üstlük bir de Kürtleri, politikayı,
mücadeleyi yansıtmayı düşünmüşseniz, “vay halinize“ dedirtebilir.
Medet Dilek, tüm olumsuz koşullara rağmen, hem kendi çocukluğunu hem de Kürt
halkının yaşamını anlayıp, anlatmak üzere beyaz perdeye yönelmiş. Sinema
çalışmalarını yürüten Dilek ile Kürt sinemasını, Kürtlerin sinemasını, Kürtlerin
anlatıldığı sinemayı konuştuk.
M. Tuzcuoğlu: Bir Kürt Sineması’ndan söz edilebilir mi? Varsa bunu nasıl
tanımlıyorsunuz, Kürtlerin çektiği eserler mi, Kürtlerin konu alındığı eserler
mi, Kürt coğrafyasını anlatan eserler mi..?
M. Dilek: Sorunlu bir bölgede bulunan, dünya “efendilerinin” kol gezdiği bir
bölgede (Ortadoğu) bulunan Kürt Halkı’na ya da onun sinemacılarına bir Kürt
Sineması var mıdır diye sormak… Özgürlüğü elinden zorla alınmak istenen, hakları
tanınmayan, dillerine, kültürlerine kavuşmaları engellenen bir halkın bütün,
bunlara rağmen Kürt Sinemasını yaratma çabası incelenmeye değerdir. Bu çabanın
sonucunda kimi zaman Türkçe kimi zaman Kürtçe olan filmler çıkıyor. Kürtçe olan
filmler daha da çoğalacak. İşi biraz daha karmaşık hale getireyim; Kürt olmayan
yönetmenler çıkacak, Kürtçe ya da kendi dilinde Kürtlerle ilgili filmler
yapacaktır veya kimi Kürt yönetmenler çıkıp Kürt halkına ait olmayan bir öyküyü
filmleştirecektir. Ya da yönetmeninin de konusunun da, oyuncularının da, film
dilinin de bütünüyle Kürtlerle ilgili olan filmler yaratılacaktır. Bütün bu
karmaşık ‘dolayımlar’ın hepsi de Kürt Sinemasına zenginlik katacaktır. Bu kaos
onun iyiliği içindir. Ama Kürt Sineması’na daha fazla özgürlük, daha fazla
destek ve daha fazla zaman verilmelidir ki berraklaşıp kimliğini bulabilsin.
M. Tuzcuoğlu: Bahsettiğiniz engel ve zorlukları biraz daha soyutlayabilir
misiniz?
M. Dilek: Kürt Sineması’nın karşılaştığı olduğu zorluklar, halkının görmüş
olduğu zorluklarla eşdeğerdir. Nasıl Kürt Halkı kendisini özgürce ifade etmede
engellerle karşılaşıyorsa, sineması da aynen bu engellerle karşılaşmıştır. Dünya
“efendileri’ ve bölgenin anti-Kürt ittifakı içerisinde yer alan ülkeler, Kürt
Halkı’na nasıl yaklaşmışsa sinemasına da o gözle yaklaşmışlardır. Kürt
Sineması’nın oluşumunu, genişlemesini, gelişmesini engellemek için özel
politikalar geliştirmişlerdir. Kürt halkını, onun tarihini anlattığı bir filmini
Kürtçe çekemiyor oluşu ne büyük bir zulümdür yönetmene. Örneğin Yılmaz Güney’in
“ Sürü’ ve “Yol’ filmini aslında Kürtçe çekmek istediğini biliyoruz.
Kürt Sineması’nın, Kürt sinemacısının sınırlarını aşmasını engellemek için
yapılanlara daha yakın tarihten de bir örnek vermek isterim. Kürt yönetmen Ravin
Asaf’ın Kürtçe çekilmiş “Sarı Günler’ filmi 2003 tarihinde gerçekleştirilen
İstanbul Film Festivali’nde ele aldığı konu itibarıyla sakıncalı bulunmuştur.
Kürt Sineması’nın özgürleşme süreci halen tamamlanmamıştır. Tıpkı bu sinemanın
sahibi olan halkının da özgürleşme sürecinin devam etmesi gibi. En baş
nedenleri; siyasal, ekonomik nedenlerdir.
Kürt Sineması adına ortaya çıkarılan eserler çok fazla olmamasına rağmen
hangileri bizlere, sinema salonlarına ulaşabilmiştir ki. Hangimiz “Nergis
Neskewe”, “Rawe Jinoke” , “Karwaneki Bedeng” , “Çek-Çek “, “Em Her Tim Koçberin’,
“38” filmlerini izleyebildik? Bazılarını -eğer yasaklanmıyorlarsa- sadece film
festivallerinde görme imkanı doğmaktadır. Ama ben daha başka bir şeyden
bahsediyorum o da Kürt filmlerini izleme olanaklarının yaratılmasına dair bir
politikanın geliştirilemediğidir. Daha “Kara Tahta” filminin Türkiye
sinemalarına geliş tarihini hatırlayalım, 2001, daha dün gibi değil mi, bu öyle
bir uzun tarih değil. Ben Kürt Sineması örneklerinin izleyiciye ulaşmamasını
Kürt Sineması’nın karşılaşmış olduğu teknik zorluklar içerisinde
değerlendirrmekteyim. İlk filmini çektikten sonra kimi teknik yetersizlikten,
ekonomik problemlerden dolayı bir daha film çekemeyecek Kürt yönetmenler
olmuştur, olacaktır da…Evet, sinema pahalı bir iş. Eğer başka bir işte
çalışmamış olsaydım, benim filmlerimde, belgesellerimde olmayacaktı. İşten
kazandığımı sinemaya aktarmama rağmen halen büyük eksikler içerisinde, zorluklar
içerisinde yüzdüğümü söylemeliyim…
M. Tuzcuoğlu: Biraz da eksik ve yetersizlikler ile sizi ümitvar kılan
olumlulukları konuşalım…
M. Dilek: Kürt Sineması yeni bir sinema. Tabii ki yeni oluşunun bazı
sıkıntılarını, yanlışlıklarını yaşayacaktır. “Niteliği, tartışmayı bir kenara
bırakalım, önceliğimiz, nasıl olursa olsun daha fazla Kürt filmi çekmek
olmalıdır, birde bu film eğer Kürtçe ise gerisini düşünmeye gerek yoktur artık”
gibi anlayışlar daha filiz olan Kürt Sineması’nı başında çürütür. Daha yolun
başında olan Kürt Sineması kolaycılığa kaçmadan, estetikten, yaratıcılıktan ve
elbette daha da önemli olanı dünya görüşünden ödün vermemelidir.
Bu sinema, niteliğini, farklılığını ele aldığı konularla göstermelidir. İşlediği
konulara baktığımızda onun karakter kodlarını okumuş oluruz. Kürt Sinemacıları
genelde Kürt halkına
yapılan katliamları (Halepçe gibi) ele almışlardır. Nizamettin Ariç’in “Kilamek
ji Bo Beko”su katliamdan kaçan Kürtlerin öyküsünü anlatır. “Kara Tahta” da
Samira Makmalbaf, “Jiyan”da Güney Kürdistanlı yönetmen Jano Rosebiani ya da
İran’dan Bahman Ghobadi üç filminde de Halepçe’ye göndermeler de bulunur. Irak-
İran savaşı eksenindeki öyküler, Baas rejiminin olumsuz etkilediği hayatları
konu edinmiştir filmler. Bilinen Kürt filmlerin temalarına baktığımızda Kürt
Sineması’nda özellikle sanat veya politik filmlerinin ağırlıkta olduğunu
görüyoruz. Anlaşılır bir durumdur bu. Dört taraftan da kuşatılmış, teslim
alınmak istenilmiş, köleleştirilmekle yüz yüze bırakılan bir halkın sinemasının
politikleşmesi kadar sağlıklı hiçbir şey yoktur bu hayatta.
M. Tuzcuoğlu: Bir çok kültürel hakkı tanınmayan Kürtlerin, sanatla ve özelde
sinemayla uğraşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
M. Dilek: Bunu çok mu çok önemli buluyorum. Çünkü bu alanlarla uğraşmak fikirsel
gelişimi sağlarken, yaratımlar Kürtlere güven, cesaret kazandıracaktır. Sanat da
mücadele alanlarından biridir ve boş bırakılması düşünülemez bile. Bu alanı boş
bırakan halklar erken düşüp, erken yozlaşırlar.
Kürt halkı bu çok önemli olan kanal yolu ile dünyaya ulaşmak istiyor, dramını,
sorunlarını onlara anlatmak istiyor.
Kimi ülkeler de, kimi film festivallerinde gösterilen, başarı kazanan filmler bu
açıdan önemli bir rol üstlenmektedir. Büyük mücadeleler, acılar sonucunda
kazanılmış sanattan, tiyatrodan, müzikten, sinemadan tekrar geriye düşmek
herhalde söz konusu olmasa gerek.
M. Tuzcuoğlu: Kürt Sineması bağlamında Yılmaz Güney’in rolü ve etkisi nedir?
M. Dilek: Yılmaz Güney’in önemi çok büyüktür. Kürt Sineması’na örnek
diyebileceğimiz kimi çalışmalar ondan önce de yapılmıştı. Ama bu böyle olsa da,
o Kürt Sinemasının genel karakterinin ortaya çıkmasında baş rol oynamıştır. Kürt
Sineması’nın ilk doğuş mihenk taşlarını Yılmaz Güney atmıştır. “Seyit Han”,
“Endişe”, “Sürü”, “Yol” filmleri yeni Kürt Sineması’nın başlangıç noktaları
olmuştur.
Yılmaz Erdoğan filmleri, Kürt Sineması’nın örnekleri içerisine sokulamaz. Bunun
nedeni ne filmlerinde Kürtçe’yi kullanmaması ne de filmlerinde bölgenin
sorunlarını işlememiş oluşu değildir. Kürt Sineması kulvarında bulunmamak onun
bir yaşam tercihi olmuştur o kadar. Kürt oluşu bile bu gerçeği değiştiremez. Bu
Gani Rüzgar Şavata filmleri için de geçerlidir. Aşiretçiliği yücelten film
bölgede de yapılmış olsa, Kürtçe çekilmiş olsa da Kürt Sineması’na dahil
edilmemelidir. Kürtçe yapılmış bir “Kürt” filmi eğer geri ilişkileri övüyorsa,
bu filmi Kürt Sineması içine almamız doğru olmayacaktır. Çünkü yeni yeni
filizlenen Kürt Sineması ilkelerini önceden belirlemelidir.
Kürt olsun olmasın, birçok yönetmen Y. Güney Sineması’ndan etkilenmiştir. Kürt
sinemacıları dört bir tarafa dağılmış olsalar da onları tartışmasız birleştiren
bir konu vardır, Yılmaz Güney… Ki Güney’in benim üzerimdeki etkisi de bir başka
öyküdür. Çocukluk dönemlerimde onun filmleri yasaklıydı. Ama bir arkadaşımın
sayesinde videodan “Yol” filmini izleyebildim. Ve böylelikle onun filmleriyle,
anlayışıyla tanışmış oldum. Aslında bu öyküyü başka yönetmenlerde anlatır.
Mesela Doğu Kürdistanlı olan yönetmen Cemil Rüstemi de Y. Güney filmlerini
1979’da İran yönetimi yasakladığından gizlice keşfedip izlediğini söyler bir
röportajında. Kim bilir daha kaç Kürt yönetmenin böyle öyküsü vardı
M. Tuzcuoğlu: Peki bir filmin Kürt sinemasını ifade edip etmediğinin nasıl
anlaşılacağı konusuna geri dönersek …
M. Dilek: Bu tartışma daha çok devam edecek. Tartışma ve tartışma sonuçlarının
Kürt Sineması’na kazandıracağı çok şeyler olacaktır. Tekrarlarsak; ilk olarak
yaratıcılıktan,estetikten ödün vermemesi gerekiyor. Kürtçenin kullanımı hayati
değerdedir, ama kimi filmler vardır dili Türkçe olmuştur. Yine de Kürt halkını,
onun sorunlarını, dramlarını sağlıklı bir şekilde ortaya koymuştur. Zaten Kürtçe
filmlerin yapılmasının yolunu açan bu Türkçe çekilmiş filmler olmuştur. Ümit
Elçi’nin “Mem ü Zin”, Kazım Öz’ün “Fotoğraf “, Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşe
Yolculuk” ve “Büyük Adam Küçük Aşk” gibi filmleri örnek gösterebiliriz.
Belgesel film çalışmaları da önemlidir. Belgeseller Kürt halkının hafızası
niteliğindedir. Kürt Sineması’nın belgesel filmleri, bir kendini bulma ya da
tarihle, resmi ideolojiyle yüzleşmenin
arenası olmuştur. Yusuf Yeşilöz’ün “Duvara Karşı Açlık – Dünyalar Arasında –
Alevi Türküsü” bir ayna niteliğindedir, kendimizi gördüğümüz ayna. MKM Sinema
Birimi’nin yaratımları olan belgesellerin Kürt Sineması’na katkısı önemle
anılmalıdır.
M. Tuzcuoğlu: Somut yaşam pratiğiniz çalışmalarınıza ne ölçüde yansıdı?
M. Dilek: Ötekileştirilmek, dışlanılmak, benim çocukluk dönemlerimin kimi
kodları olmuşlardır. Köyden gelmiştik, Kürtçe konuşuyordum, Türkçeyi
bilmiyordum, hatırladıkça içim acıyordu. Türkçe değil de Kürtçe konuştuğumdan
dolayı annem babam beni bakkala ekmek almaya bile göndermemişlerdi. Kentte
ilkokula başladığımda çok az Türkçe biliyordum, bir eziklik içerisindeydim.
Arkadaşlarım sevdikleri yemekleri teker teker sayarken ben orda suspustum. Çünkü
söyleyeceğim yemekleri onların yemediğini düşünüyordum, onlar başka biz başkayız
psikolojisiydi benim ki. Sinema ile ilgilenmeyle başladığım dönemde, çocukluk
dönemimde bana bu yaşatanlarla hesaplaşmam gerektiğini anladım. Yapmış olduğum
belgesel filmlerim kısmı da bu hesaplaşmanın ürünleridir.
Röportaj: Müge Tuzcuoğlu
Medet Dilek ve Guan-Di'nin Düğünü
Yapım Tarihi : 2005
Süre : 00:32:00
Formatı : Belgesel
Yönetmen - Medet DİLEK
Müzik - Cahit BERKAY (Moğollar)
Kurgu - Oktay İNCE
Yönetmen Yardımcısı - Bilal ÇELİK, Remzi DOĞU
Belgesel Film Uğur - Ahmet Kaymaz üzerine bir çalışma.
21 Kasım 2004 Mardin Kızıltepe 16:28 ve ansızın gittiler, gittiler...
Bir daha hiç dönmeyecekçesine, gelmeyecekçesine gittiler...
Onlar istemedi gitmeyi zaten kim isterdi ki gitmeyi, ama gitmek zorunda
kaldılar. Baba gideceğini bilseydi sımsıkı kucaklamaz mıydı hayatı, tekrara
tekrar öpmez miydi barışı. Ya çocuk götürüleceğini bilseydi, çocuk oyunlarının
hepsini de birden oynayarak bitirmez miydi son kez ve elinden hiç bırakmazdı
kitaplarını, defterlerini...
"Guan-di'nin Düğünü", işte bu "gittiler" in öyküsüdür. Oyun oynarken oyunu
çalınan, dünyayı daha fazla göremeden uzaklara götürülen çocukların ve hayata,
barışa, özgürlüğe olan sevdası yarım bırakılan babaların öyküsüdür "Guan-di'nin
Düğünü"...
Notasyon ve Guan-Di'nin Düğünü adlı belgesel filmler bir üçlemenin birinci ve
ikinci ayağı olmaktadır : İnsan Hakları Üçlemesi.
Savaşa Karşı Küresel Kısa Film Festivali, Kardeşlik Ödülü. 2006
2. Hisar Kısa Film Festivali. 2006
3. Yıldız Kısa Film Festivali. 2006