Metin Erksan
(1929, Çanakkale - 2012, İstanbul) bu ülkenin yetiştirdiği en büyük yönetmenlerden
birincisidir! Onu tanımış olmaktan, birlikte çalışmış olmaktan hep onur duydum:
O Metin Erksan ki işini bir yeniden yaratma gibi görür. Yan tutmamaya özen
gösterir. Çok doğrucudur. Kendi kişiliğinde, okuduğu bir eserde ve tasarladığı
bir sahnede bir değil birden çok eksiklik var mı yok mu diye bakar! Bu konularda
çok da acımasızdır! Güzel olan, beğenilen işler ise: Dehşet'tir onun için...
Onun ortaya koymak istediği yalnızca ''İşte durum bu beyler!'' diye
haykırmaktır. Çünkü ona göre ileriye sürülen çoğu görüş, çoğu kişilik, çoğu film
kahramanı ancak birer ''kukla''dır! Özleri alınmış, insan sevgisinden uzak ya
şehvet ya da para peşinde koşan tiplemeler Türk milletine zarar vermiştir. Bunu
dışına çıkmak, gerçek kişilikleri ortaya koymak gerekir. Bunun için de
bilimsellik çok önemlidir. Sinemamızın Büyük Ustası Metin Erksan bu görüşlerini
Gazi Mustafa Kemal'in ''Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir!'' görüşüne
dayandırmayı severdi. Çünkü Metin Erksan'a göre sinema Batı'da öncelikle bilime,
tekniğe dayanıyordu.
Preveze'den Önce'nin senaryosu için Metin Erksan'ın Barbaros Hayrettin Paşa ile
Amiral Andrea Dorya için yıllarca çalıştığını kaç kişi bilir? Metin Erksan'ın
hiç bilinmeyen, söylenmeyen, yazılmayan bir ilginç yönü daha var: Her filminin
senaryosunu kendisi yazmıştır. Bu konuda ne kadar titiz olduğunu ancak kendisi
anlatabilir. Deyim yerinde ise Metin Erksan senaryosunu döne döne yazar. Bıkıp
usanmadan yazar! Preveze'nin senaryosunu da kendine özgü titizlik içerisinde,
ölçe biçe, yorulmak bilmez bir inatla yazmıştır. Bu çalışmasında bilgi
birikimine de bağlı olarak ince eleyip sık dokumuştur.
Özellikle Barbaros'un Kuran tutkusuna karşılık, Andrea Doria'nın da İncil
tutkusunu, İsa sevgisini yüceltmeye çalışmıştır. Şimdiye kadar bu konu da ona
hiç sorulmadı! Ona göre ''yönetmen'' senaryoyu ya kendisi yazacaktır ya da önüne
gelen senaryoyu, öyküyü kendince yeniden, değiştirerek yazacaktır: Bu da bir
sanatçı olarak yönetmenin yaratıcılık alanıdır bence. Necati Cumalı'nın Susuz
Yaz öyküsünü nasıl değiştirdiğini, bu konuda o büyük öykücümüzle aralarının
niçin açıldığını kimler bilir? Susuz Yazın Berlin'de yarışması için nasıl
kaçırıldığını hangi sinema tarihçimiz ilk ağızdan Metin Erksan'dan dinlemiştir?
1972 yılının sonbaharında beş gün için gelebildiğim İstanbul'da, yeni kurulan
Türk Film Arşivi'nin düzenlediği Sinema Dersleri'nden birinin sonunda, onlarca
öğrenciden biri olarak ayak üstü tanışmıştım Metin Erksan'la…
Sinemayı seven, toplum bilim okuyan, yabancı filmlere düşkün, yerli sinemamızı
acımasızca eleştiren, kurgusunu, kişileştirmelerini beğenmeyen bir öğrenciydim.
Başkaldırmak güzel bir duyguydu: Kendinizi savunmak, gücünüzü göstermek
istiyordunuz. Bu süreçte Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, İsmet
Özel, Erdal Öz, Sezai Karakoç, Mehmet Akif İnan, Rasim Özdenören, Alaattin
Özdenören, Yücel Çakmaklı, Onat Kutlar gibi ''kötü gidişe başkaldıran''
insanlarla tanıştım. Halit Refiğ ''Ulusal Sinema Kavgası'' gibi dev bir eser
yazmıştı bu ara. Peşinden '' Milli Sinema'' tutkunları da o dönemdeki
''başkaldırı süreci''ne katılmışlardı. Ben de bir ara Ankara'da MTTB Sinema
Kulübü'ne katılmıştım: İstanbul'daki MTTB toplantılarından birinde tanışmış
olduğum Salih Diriklik, Mesut Uçakan çok iddialı iki arkadaşımızdı. Onların
sinemadaki başarılarını bugün hepimiz biliyoruz.
Milliyet Sanat, Papirüs, Büyük Doğu, Yeni Dergi, Yedi Tepe, Edebiyat, Diriliş,
Varlık gibi dergiler de bu dönemde beni etkileyen başlıca sanat, düşünce
kaynakları idi. Ankara'da Menekşe Sineması'nda kurulan Ankara Sinematek de
Yeşilçam ve Hollywood filmleri dışında da sıkı filmler çekildiğini göstermeye
çalışıyordu. İnsanın durumunu anlatan, çok daha değişik tavırlar duygular
içerisinde yaşayan başka insanların da olduğunu öğreniyorduk. İçe kapalı
olmaktan kurtulup başka başka değerlerle yüz yüze gelebiliyorduk.
Ankara Sinematek'te Batı sinemasının, Arap sinemasının bize sunduklarının dışına
da açılabiliyorduk. Selim İLERİ de bu etkinliklere katılırdı; yüzündeki o güzel
gülüşleri hiç unutamam. Çünkü gerçekten mutlu bir insan görüyordum. İçi de dışı
da birdi: Derin derin düşünse de gülebiliyordu! İşte böylesi bir ortamda
yoğrulurken SUSUZ YAZ filmini de izlemiş bir öğrenci olarak İstanbul
Sinematek'teki Oğlum Osman, Bedrana ile Arkadaş filmlerinin tartışmalı
günlerinden sonra; o zaman Harbiye'de Sami Şekeroğlu tarafından kurulmuş olan
Türk Film Arşivi'nin düzenlediği sinema derslerinden birinde Metin Erksan'ı
da ilk kez dinleyebilmiştim.
TRT Kurumu tarafından yapımına karar verilen ''PREVEZE ÖNCESİ'' dizisinin
çekimleri nedeni ile 1981'in başında, ilk hazırlıkları yapmak için Ankara'dan
İstanbul'a gelmiştim. TRT'nin o ilginç yazışma işlerinden sonra İstanbul
Televizyon Müdürlüğü ile işbirliği içinde TRT mevzuatı gereğince bir ''film
masası'' kurmuştuk. Sıraselviler Caddesinde Cihangir'e doğru giderken Romanya
Konsolosluğu'na varmadan soldaki binalardan birinin birinci katında çalışmalara
başladık.
Halit Refiğ de yapımcı Ömer SERİM, sanat yönetmeni Erol KESKİN, dekoratör
Evcimen PERÇİN ile birlikte ''YORGUN SAVAŞÇI'' için aynı katta, aylar öncesinden
işe koyulmuşlardı. Arada bir çekim araştırmasına bile gittikleri oluyordu. Biz
de ilk hazırlıklarımızı yapıyorduk. O günlerde ben ne Metin Erksan'ın ne de
Halit Refiğ'in sohbetlerine doyabiliyordum. Gerçekte 1977 yılında Kemal TAHİR'in
''Arabacı'' adlı öyküsünün uyarlaması için İstanbul'a gelerek Halit Refiğ ile
tanışmıştım. Yine aynı yıl ''Ateş Yakmak'' filmi için Yönetmen Tuncay ÖZTÜRK'le
birlikte Türk Film Arşivi yanında Sinema Televizyon Enstitüsü Başkanlığı'nı da
yürüten Sami ŞEKEROĞLU ile de tanışmış, bizi yönlendirici görüşlerini almıştık.
1981'de onları görmek için TRT'den Hüseyin KARAKAŞ, Ünal KÜPELİ, Çetin ÖNER,
Serpil AKILLOĞLU, Hüseyin TAŞKIN ile Yeşilçam'dan bazı oyuncular, sinema
emekçileri, kapısı sürekli açık olan ''film masası''na sık sık uğrarlardı. Her
gelen Metin Erksan ile Halit Refiğ'e birşeyler sorar; anılar tazelenir, uzun
sohbetlere dalınırdı. Yıkılmakta olan Yeşilçam bir türlü kurulamazdı.
Gerektiğinde nerelerde yanlışlar yapıldı, içine düşülen açmazların nedenleri
nelerdi; irdelenirdi tek tek.
TRT de üstüne düşen görevleri gerektiği gibi yapamıyordu! Açık açık söylenmese
de yeteneksiz, iş bilmez kişilerin elinde bir oyuncak olduğu anlaşılırdı
''zımmen!''. Öyle ki karşılıklı iki büyük odadaki sohbetleri kaçırmamak için,
iki oda arasında aralıklı olarak gider gelirdim. Fakat Türk Sineması'nın bu iki
büyük ustası karşılaştıklarında ancak ayak üstü bir kaç dakika konuşurlar:
Sanat, edebiyat, Kemal TAHİR, sinema konuşulur; politika konularına hiç
girilmezdi. Politika da çok tatsız tuzsuz bir şeydi o günlerde: 12 Eylülcüler ile
sivil yandaşları kendi meşruiyetlerini sağlamaya çalışıyorlardı. Çekim
hazırlıkları yapılan Yorgun Savaşçı için yakma, yok etme planları yapıldığını da
bilemiyorduk!
12 Eylül Sıkıyönetimi'nin ''gece sokağa çıkma!'' yasağının ağırlığı altında film
çekiminin ilk aşamalarına başlamıştık. Metin Erksan ile kısa sürede ''abi
kardeş'' olmuştuk. Metin Abi o sanatçı titizliği, araştırmacılığı, senaryodaki
konuşmalara da yansıyan o keskin dilliliği ile çizgili büyük boy defterindeki
senaryosunda sürekli yenilikler yapıyordu…
Ben TRT Kurumu'na 1976 yılı sonunda girmiş: Kesit, Ateş Yakmak, İbiş'in Rüyası
dramalarında yapımcılık yönetmenlik yapmıştım. Bu arada yazmam gerekiyor: Kesit
(35') 1977'de İsmail KILLIOĞLU'nun aynı adlı öyküsünden benim yaptığım bir
uyarlama idi. 1978'de Karlovy Vary'de Özel Ödül alan Ateş Yakmak (45') filmini
ise Tuncay ÖZTÜRK yazıp yönetmişti. Milliyet Gazetesi'nin 1980'de Yılın En İyi
Dizisi seçtiği İbiş'in Rüyası (45'x10 bölüm)'nın senaryosunu, aynı adlı romanın
yazarı Tarık BUĞRA yazmış, Sırrı GÜLTEKİN de yönetmişti.
Bu yapımlar ne yazık ki 16mm siyah beyaz olarak çekilmişti! Tarık BUĞRA:
Herkesin filmi renkli çekiliyor, İbiş'in Rüyası siyah beyaz! Anlamıyorum. Yıllar
öncesinden paramı da verdiler. Çektik çekeceğiz diye oyaladılar beni. Artık ilgim
kalmadı benim! Bunlar TRT'nin meselesi Ömerciğim, demişti.
Kendisi tarafından yazılan ilk senaryo üzerinde daha iyi bir dizi ortaya çıksın
diye Bülent ORAN ile Nuri KIRGEÇ tarafından zorunlu olarak bazı değişiklikler
yapmıştık. Hiçbir karşılık almadan Sırrı Beyin hatırı için yapmışlardı bu
katkılarını. Bir akşam Sırrı Beyle birlikte bu konuda kendisinden izin almak
istediğimizde Rahmetli Tarık BUĞRA: Benim eserim de yazdığım senaryo da şiir
gibidir. Ne tür değişiklikler yapacağınızı bilemem. Ben de yeniden oturup
yazmayacağıma göre mes'uliyet ikinizindir, demişti Beyoğlu'nda Rejans'ta.
Rahmetli Tarık Bey on bölüm olarak yayınlanan baş rollerini Münir ÖZKUL, Meral
ZEREN'in oynadığı İbiş'in Rüyası dizisini nedense hiç tutmamıştı! Nur içinde
yatsın!
Yaşadığım bu durumlar ile boğuşmak zorunda kaldığım o çetrefil bürokrasi beni de
''feleğin çemberinden'' geçiriyordu! Törpüleniyor, bileniyor, öteleniyor yine de
bir şeyler yapmaya çalışıyordum çoğu arkadaşım gibi. Devlet çarkının ne menem
birşey olduğunu anlatmak için ömür yetmez!
Bir TRT yapımcısı olarak yaklaşık bir yıl içerisinde 16 mm ile renkli olarak
çekilecek olan Preveze Öncesi dizisinin dekor, kostüm, bayrak, İtalya'dan bıyık
sakal, Sen Antuan Kilisesi'nden büyük bir Hz. İsa ikonunun temini ile aksesuar
hazırlıkları neredeyse tam olarak yapılmıştı. Bu çalışmalar sırasında İstanbul
TV'den Feride ESEN ile Mehmet YAYINOĞLU'nun yardımlarını da hiç unutamam. Metin
Abi'nin çok sevdiği öğrencisi Haşim VATANDAŞ da katılırdı çalışmalarımıza. Fakat
eşi ile bir buçuk yaşındaki kızı Ankara'da yaşayan bir baba olarak İstanbul'da
daha fazla kalamazdım. Saygıdeğer Metin Abinin de o iznini alarak görev yerim
olan Ankara'ya döndüm.
Benden sonra dizinin yapımcılığını İstanbul TV'den Atilla ÖZGÜR arkadaşım
üstlendi. Böylece PREVEZE ÖNCESİ 1538 dizisi İstanbul TV Müdürlüğü içinde özel
bir yerde kurulan bir dekor içerisinde 16mm'lik film kamerası ile renkli olarak
çekildi. Bu güzelim dizi ne yazık ki TRT'de bir kez gösterildi. Şimdi iki büyük
video bantta TRT Kurumu Arşivi'nde kurtarılacağı günü saati bekliyor.Oysa her
yıl Preveze Deniz Zaferi'nin kutlandığı her yıl 27 Eylül'de bu dizi
yayınlanabilir! Yapmıyorlar, yapamıyorlar! Bir de bu önemli gün Deniz Kuvvetleri
Günü olarak kutlanıyor. Böylece hem Preveze Zaferi hem de atalarımızın
denizcilikteki o görkemli geçmişi perdelenmiş oluyor. Bir taşla iki kuşu birden
vurmak bu olsa gerek! İlgililerde ''tarih bilinci'' yok ki!
O günlerde ilk olarak Metin Erksan'dan duyduğum bu kavramı bize ne lisede ne de
üniversitede hiç bir hocamız söylemedi! Gerçi rahmetli hocam Prof. Dr. Nejat
GÖYÜNÇ kısa süre de olsa bize gerekli bazı bilgiler vermiştir. Fakat 1970'lerin
o kargaşasında geçmişin değil de geleceğin olası devrimleri ile karşı devrimleri
daha çok ilgilendirmişti bizi!
Bu açıdan geçmişimizin bilinçli olarak okunması, anlaşılması konusunda ben Metin
Erksan'a minnet borçluyum. Onun bu konudaki o engin yaklaşımlarını dinlerken
anladım ki bizi temel kavramların anlamlarından yoksun, dil ve sanat bilincine
bile bile erdirilmemiş ''kof, yoz, ezberci, kaynaksız, kökensiz, değerlerinden
kopmuş, ikiyüzlü, dönek, çıkarcı, yabancı hayranı kişiler'' olarak yetiştirmek
istemişlerdi! Bilinçsiz, ezberci bir toplum yaratılmak istendiğini vurgulardı
Metin Abi! Ancak onun anlatımları ile anladım Franz KAFKA'nın çevirmen sevgilisi
Milena'ya bir yüklenişindeki haklılığı. Diyordu ki KAFKA: Gereksiz olduğunu bile
bile de olsa hiç tarih okumadın mı Milena?
Söz çok! Fakat Metin Erksan demek bir yönü ile de ''tarih bilinci'' demektir!
Türk, İslam ve Batı tarihlerini çok okumuş, özümsemiştir. Gerçekte PREVEZE
ÖNCESİ ''Tarih Bilinci Dizisi'' dramalarının öncüsü bir filmdir! Gerçekte Metin
Erksan Beş Hikâye adlı televizyon filmleri ile de Türk televizyonculuğu ve
sinemacılığı için edebiyatımızdan uyarlama yapılabilmesi konusunda en etkili
sanat filmleri örneğini de vermiştir ülkemizde.
Söz konusu Tarih Bilinci Dizisi içi çekilen PREVEZE 1538'in peşinden de
Fahrettin Paşa'nın MEDİNE SAVUNMASI gelecekti! Çanakkale için, Fatih Sultan
Mehmet için, Kanuni için, Mimar Sinan için neler yapılmazdı! O bu özlemlerini
dile getirirken ne kadar yanlış eğitildiğimizi, devletin geçmişimize ne kadar
uzak kaldığını düşünür üzülürdüm. Fakat içinde piştiğim TRT Kurumu'nun geleceğe
dönük yayın politikaları; değişen iktidarların ''yarım yamalak'' ortaya koymaya
çalıştıkları bazı politikalara göre ''yalapşap tasarlanan'' yayın düzenine göre
olduğundan; onun bu tasarısı kapalı kapılar ardında çürümeye bırakılmıştır.
Kim bilir belki o dönemdeki birbirine kenetli malûm yetkililerden biri : Tarih
mi? Hiç sevmem abi, diyerek silip atmıştır konuyu kafasından! Böylece çok
sonraları arada bir başlayıp biten Tarihte Bugün adlı spot dizi
yayınlanabiliyordu ancak.
Metin Erksan'a göre bu işler için özel bir Daire Başkanlığı kurulmalıdır! Yoksa
işler uyumlu yürütülemez. Yapılan işlerin ne kadar bölük pörçük, saçma, gülünç,
tutarsız olduğunu görmüyor muyuz? Neden? Çünkü ''tarih bilinci'' yok! O bilinç
ki bugün bana göre de olmazsa olmaz bir bilgi alanlarımızdan biri. Fakat ne
yazık ki Çin Seddi'nden Viyana Kapıları'na, İtalyan Çizmesi'nden Baltık
Denizi'ne kadar uyuyup duruyor kendi kuytu köşesinde!
Şunu da belirteyim ki Metin Erksan'ın sık sık vurguladığı bugün benim de
anladığım ''tarih bilinci'' yalnızca yaşanan acı tatlı olayları değil; sanatı,
edebiyatı, mimarisi ve bütün ayrıntısı ile toplum yapısını kapsıyor olmalıydı.
Kendi kendimizi övmek, böbürlenmek değil ders almak Batılılar gibi Japonlar gibi
ilerleme; boyun eğmemek için gelişmek, bilinçlenmek zorunda idik!
Bu çerçevede yine de tarih bilincinin gelişmesi konusunda TRT Kurumu'nu az da
olsa bazı çalışmalardan dolayı kutlamak gerekir. Özellikle Engin ATATİMUR'un
çektiği ''İlber ORTAYLI ile Tarih'' dizisinden sonra içinde bulunduğumuz Kasım
ayında her cumartesi yayınlanmaya başlanan Hiçbir Şey Bildiğiniz Gibi Değil
dizisi umarım bir nebze de olsa yüreklere su serpmiştir.
Ömer Faruk Yılmaz
21 Kasım 2008
blog.milliyet.com.tr