Ezel Akay’ın, sırf gösterim öncesi basına sızdırarak sansasyon yaratabilmek
amacıyla filmlerini erotik sahnelerle bezeyenlere, ‘medyatik’ ünlülere
verdikleri rollerle seyirci avına çıkanlara; bunlar olmadan tartışmaya değer bir
‘şey’ yaratabileceklerini düşün(e)meyenlere “Ellerine sağlık” dedirten “Hacivat
Karagöz Neden Öldürüldü?” hakkında hemen herkes yazı yazdı, radyoda-TV’de
konuştu, ama yine hemen herkes başından beri ‘bir isim’i telaffuz etmemeye özen
gösterdi. İlkesizliği, omurgasızlığı hazımda güçlük çekmeyen bünyelerimiz,
nedense, yaratıcı bir dehanın cümlemize attığı gol sonrasında dışlanmanın, ‘yok
sayılma’nın yarattığı hırçınlığı hazmedemedi.
Filmin kostümleri, müzikleri, dublajı, sinema dili, oyuncularının başarısı
üzerinde duruldu; Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın maddi desteği, yönetmenin tarih
bilgisi ve Türk tarihine bakışı tartışıldı; Meclis TV’de hafta içi her gün canlı
yayında birbirlerine “terbiyesiz, utanmaz, şerefsiz, şerefsiz senin yedi ceddin,
ite bak ite! Bağla köpeği…” diye hitap eden güzide vekillerimizin filmdeki
küfürlerden duyduğu rahatsızlık haberlere taşındı; ama bunlar olurken, hemen
herkes, yanlışlıkla ‘bir isim’in ağızlardan çıkmamasına imtina etti.
Çağan Irmak’ın Lütfi Akad ustaya “Babam ve Oğlum” filmini ithaf etmesini
alkışlayanlar, Ezel Akay’ın filmini adadığı ‘bir isim’ karşısında üç maymunları
oynadı. Türkiye, 40 yıl önce oynanan oyunun ikinci perdesini de, ilki gibi huşu
içinde izledi…
1947’den bu yana gazetelerde ve dergilerde sinema makaleleri yazan, üniversite
öğrencisi olduğu 1950’de Yusuf Ziya Ortaç’ın “Binnaz” adlı eserini
senaryolaştırarak sinemaya adım atan, “Kamera” müstear adıyla Dünya gazetesinde
film eleştirileri yazdığı 1952’de, ilk filmi “Aşık Veysel’in Hayatı-Karanlık
Dünya”yı çeken, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yazdığı senaryonun çekiminde, tamamı
TKP’li olan bir oyuncu kadrosu oluşturan, ilk filmiyle sansürün gazabına uğrayan
‘bir isim’di.
Peyami Safa’nın “Server Bedii” takma adıyla yazdığı “Beyaz Cehennem”i, Halide
Edip Adıvar’ın “Yol Palas Cinayeti”ni sinemaya uyarlayan, ömrü boyunca Türk
Edebiyatı’nın önemli metinlerini senaryolaştırma çalışmalarından vazgeçmeyen de
O’ydu…
’50'li yıllarda birçok sinemacı ve entelektüelin burun kıvırdığı Osmanlı’yı bir
sosyolog titizliğiyle incelediği “Dokuz Dağın Efesi”ni (1) Türk Sineması’na
armağan eden; setlerde sigara paketlerine senaryo yazılan yıllarda akademisyen
titizliğiyle, uzun araştırmalar sonucu yazdığı metinlere hayat veren, neredeyse
çektiği tüm filmlerin senaryosunu kendisi yazan da ‘bir isim’di.
Türk Sinema Sanatçıları Derneği’nin kurulmasına öncülük eden, Türkiye Sinema
İşçileri Sendikası’nı ve Film Rejisörleri Derneği’ni kuran, kurulma aşamasında
destekleyip arşivinin oluşturulmasına katkıda bulunduğu İDGSA Sinema-TV
Enstitüsü’nde -Türkiye’de ilk sinema eğitimini bu kurum verdi- “Sinema Kuramı”
dersleri veren de O’ydu…
Şoför Nebahat, Mahalle Arkadaşları, Hicran Yarası, Çifte Kumrular, Sahte Nikah,
Ateşli Çingene, Feride, Hicran, Makber, Keloğlan ve Can Kız, İstanbul
Kaldırımları, Süreyya, Dağdan İnme gibi ticari filmler bir yana; William Peter
Blatty’nin yazıldığı dönemde bestseller olan romanından uyarlayıp teknik
imkansızlıklar içinde çektiği gerçek anlamda ilk Türk korku filmi “Şeytan” bir
yana; gösterime girdiği yıllarda anlaşılamayıp yıllar sonra “başyapıt” olduğuna
hükmedilen “Kuyu” (2) bir yana; imza atma cesareti gösterdiği Türk Sineması’nın
en ilginç deneysel filmi Kadın Hamlet (3) bir yana; sinema tarihimizin ilk
toplumsal gerçekçi filmi “Gecelerin Ötesi”ni (4), sansür karşısında verdiği
mücadeleden zaferle çıkarak “Yılanların Öcü”nü (5) izleyicisiyle buluşturan;
“Acı Hayat” (6) filmi sonraki yıllarda başka yönetmenlerce de tekrar tekrar
çekilen, “Suçlular Aramızda” (7) ile seyircisine beylik sinema kalıplarının,
klişeleşmiş metaforların ötesinde bir dünya sunan ‘bir isim’di.
Dünyaya Türk Sineması’nın varolduğunu duyuran “Susuz Yaz”da (8), adı hiç
duyulmamış oyuncularla çalışıp star sistemini yerle bir eden, sinemamıza ilk
uluslararası ödülü kazandıran, 1965 seçimlerinde TİP listesinden İstanbul
Bağımsız Milletvekili adayı olan; kısacası Türkiye’nin temel siyasal düşünce
doğrultusu ile hiçbir zaman uyumlu olmayan da O’ydu.
Oyunun ilk perdesinde olan ise şuydu: Daha 1 yıl önce, 35 yaşında ülkesine ilk
uluslararası ödülü kazandıran rejisör, başladığı filmi bitirebilmek için ev
eşyalarına varıncaya dek satmış, nihayet filmi tamamladığında gösterecek sinema
salonu bulamamıştı. Birkaç özel gösterimde kısıtlı bir izleyiciye sunulabilen
“Sevmek Zamanı”na, Türk sinema çevrelerinde “psikiyatrik bir vaka” diyenler de
olmuştu, “başyapıt” diyenler de… (Fransız sinema tarihçisi Sadoul, sinemada sert
bir sınıf çatışmasının en net göründüğü metin olarak Sevmek Zamanı’nı
göstermişti.) Filmi değerlendirme konusunda fikir ayrılığına düşenler, “Bu film
toplumsal sorunları çözme, Türk Sineması’na yeni bir şeyler getirme gibi
savlardan uzak, sadece insanın dramını anlatmaktadır” diyen, “Yalnız kendim için
film çekerim” sözleriyle meydan okuyan yönetmeni kınama konusunda hemfikirdiler.
Ne de olsa toplumcu fikirler modaydı, varsın o yönetmen sinemada siyasetin
esamesi okunmazken, TKP’li oyuncularla çektiği filmi sansüre ve yapımcıların
insafına kurban versin; varsın ilk toplumcu-gerçekçi Türk filmini yapsın, varsın
dünyanın en saygın-en önemli sinema ödülünü alsın… “Kendi için film çekmek”,
sonradan sinemacıların diline pelesenk olurken; siyasette de, sanatta da
toplumunun önünden gitmenin talihsizliğini yaşayan ‘bir isim’di.
Milli olunmadan evrensel olunamayacağını savunan, “Sinema bir şenliktir”
diyenlere, “Sinema bir kültürdür” cevabını veren, muhalif bir aydın olarak her
şeye rağmen bağımsızlığını koruyan, sinema üzerine yazılarıyla da tartışan-
tartıştıran bir yönetmen olabilen ‘bir isim’e; yaratıcılığın rasyonellik
kavramıyla teslim alındığı bir ülkede, işbirliği yapmamanın, düşünce ve
sinemasıyla aykırı bir yerde durmanın, bazı sinema çevrelerini “İstanbul Kültür
Mafyası” ilan etmenin bedeli böyle ödetilmiş, ellisine varmadan Yeşilçam’da film
yapamaz hale getirilmişti.
Sinema filmi çekemediği yıllarda; Sait Faik Abasıyanık, Kenan Hulusi, Samet
Ağaoğlu, Sabahattin Ali ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın birer hikayesini TRT için
filme aldığında; çok sevdiği tutku, saplantı temaları üzerinde yoğunlaşan ve
ağır temposu seyirci tarafından anlaşılamayan bu filmler, tartışmalara yol
açmıştı. Ve tartışmalar, ‘bir isim’in, “Kemal Tahir’den sonra Türk Edebiyatı
ancak kese kağıdı olur” sözüne karşılık, TYS Genel Başkanı Aziz Nesin’in, “ …’in
düşünme ve yaratma özgürlüğü elinden alınmalıdır” açıklamasıyla son bulmuş,
perde işte böyle kapanmıştı. Gelin görün ki, ‘bir isim’, sinema yap(a)madığı
zamanlarda da, sinema üzerine, Türkiye üzerine düşünmeye devam etti. “Atatürk
Filmi”, “Avrupa Topluluğu”, “Türk-Yunan İlişkileri” kitaplarını yazdı.
Tartışılan bir aydın ve yönetmen olmayı sürdürdü.
2004’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü
Cumhurbaşkanı’nın elinden alırken yaptığı konuşma, sineması anlaşılamamış ve hak
ettiği yeri bulamamış kavgacı, hırçın bir yönetmenin, entelektüel bir aydının,
yalnız bir adamın hüznünü yansıtıyordu: “Hayatım boyunca kendi kurduğum Sinema
İşçileri Sendikası ve Sinema Yönetmenleri Derneği dışında hiçbir örgüte, derneğe
üye olmadım. Hiçbir ideoloji, hiçbir izm yanlısı, yandaşı, savunucusu da
olmadım. Hiçbir hükümet tarafından olumlu bir tutumla karşılaşmamış olsam dahi,
devletime ve milletime küsmedim.”
Varsın ticari filmlerinden gayrısına tv kanallarımız burun kıvırsın, varsın bazı
filmleri arşivlerde dahi bulun(a)masın, varsın tezgahlarda filmlerinin DVD’leri-
VCD’leri satılmasın; ‘bir isim’ dimdik ayakta, karşımızda duruyor, yaşıyor. Türk
Sineması varoldukça da yaşamaya devam edecek… Bugün O’nu yok sayma gücüne sahip
olanlar da dahil, hiçbirimiz, O’nun adını tarihten silmek kudretine sahip
değiliz.*
Her dakika calib-i hayret menazır arzeder
Bir temaşa hane-i ibretnümadır perdemiz**
Sahi, Metin Erksan niye öldürüldü?
Notlar
(1) 1. Türk Filmleri Festivali Jüri Özel Ödülü
(2) 1. Adana Film Şenliği’nde En Başarılı Film, En Başarılı Yönetmen
(3) Moskova ve Los Angeles Film Şenliklerinde gösterildi
(4) 2. Türk Filmleri Festivali En Başarılı Senaryo
Sinema dergisi En Başarılı Yönetmen, En İyi Film
Edinburg Film Festivali’nde gösterildi
(5) Tunus Kartaca Film Festivali Şeref Madalyası
Sinema yazarlarınca Yılın En Başarılı Yönetmeni
(6) Sinema yazarlarınca Yılın Filmi
(7) 2. İzmir Film Şenliği En İyi Yönetmen
Milano Film Festivali En İyi Sosyal İçerikli Film
(8) Uluslararası Berlin Film Festivali Büyük Ödül (Altın Ayı)
15. Venedik Film Festivali Liyakat Ödülü
1987 Nantes İç Kıta Film Şenliği’nde filmlerinden bir bölümü toplu olarak
gösterildi. Antalya Film Festivali Onur Ödülü (Reddetti)
1990 3. Ankara Film Festivali Emek Ödülü (Reddetti)
1994 İstanbul Film Festivali Onur Ödülü (Reddetti)
1997 MSÜ Senatosu kararıyla “Onursal Profesörlük” unvanı
2004 Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür ve Sanat Büyük Ödülü
** Karagöz-Hacivat oyunu başlamadan önce, oynatıcının söylediği dörtlüğün son
iki dizesi. (Anlamı: Her dakika şaşırtıcı görüntüler gösterir, Öğreten bir
seyirlik konutudur perdemiz)
Kaynak
Tiyatro, 19.01.2007
http://simurg.info
Reyhan Yıldız