1995’te ilk kısa metrajlı filmi Koza ile Cannes’a katılmaya hak kazandığından
beri Nuri Bilge Ceylan, alışılmış film kalıplarının oldukça dışında görünen sade
ve yalın anlatımı, fotografik gerçekliği temel alan görsel kalıpları ve içe
dönük, gösterişten uzak kişiliği ile sinema çevrelerinde büyük dikkat çekti. Bu
dikkat sadece hayranlık ve beğeniden ibaret değildi. Ceylan’ın ilk uzun metrajlı
filmi Kasaba (1997) genel olarak “bütüncül bir sinemasal anlatı diline sahip
olmadığı”, Ceylan’ın “fotoğrafları olarak başlayıp öylece bittiği” yönetmen’in
ikinci uzun metrajlı çalışması Mayıs Sıkıntısı ise “hiçbir şey anlatmadığı”
“oyuncularının yeterli olmadığı” gibi eleştirilere uğradı. Hatta bu eleştiriler
zaman zaman Nuri Bilge Ceylan’ın genel sanat anlayışını da hedef aldı: “Bu”
nasıl bir sanattı? Hayatı, yaşantıyı olduğu gibi aktarmak, o yaşantının içinden
gelen amatör oyuncuları oynatmak, sesi, müziği, diyalogları olabildiğince
azaltmak, ritmi düşürmek nasıl bir seyir zevki, nasıl bir “sanatsal yükseliş”
hissi verebilirdi?
|
|