Ormanda Ambulans

-Oğlumun Günlüğünden-

Babam günlüğümüze yazmış. O zaman dört yaşındaymışım. Birlikte televizyonda ‘Vahşi Doğa’ adlı bir belgesel seyrediyormuşuz. Bir tavşanı yakalayan leoparın onu parçalamaya başladığını görünce “Baba ormanda ambulans yok mu? Tavşan yaralandı’ demişim. Babam şaşkın bir gülümseyişle yüzüme bakmış. Ne yazık ki, leopar tavşanı midesine indirmiş bile. Bu duygu bugün de içimdedir. Ormanın içinde vahşi hayvanların karınlarını doyurmak için güçsüz, zavallı hayvanları, ceylanları, tavşanları, antilopları parçalamalarını hep yüzümü buruşturarak izlerim. Acaba doğada terk edilmiş, saldırıya uğramış hayvanlar için bir çare bulunamaz mı?

Benim bu düşündüklerimi bazı ağabeylerim, ablalarım da düşünmüşler ve National Geographic Dergisi’ne (Nisan 2002 sayısı) yazmışlar. Bu dergiye aboneyiz ve çok harika yazılar fotoğraflar var. ‘İnsanlara Kızıyorum’ başlıklı yazıda bir abla “Bu masum canlıların hikayelerini okurken bazen ‘keşke o küçük ceylanı bir aslanın öldürmesine seyirci kalmasalardı demekten kendimi alamıyorum’ diye yazmış. Demek ki çoğu arkadaşımızla veya büyüklerimizle aynı duyguları paylaşıyoruz. Doğal hayata müdahale edilmesini isteyen bir ağabey de dişi bir aslanın ayağının kırıldığı gördüğü bir belgeselde onun acı çektiğini göre göre ölmesine sessiz kalan, sadece film çekmekle yetinen belgeselcilere kızıyordu. Antarktika’daki fok yavrusunun neden ölüme terk edildiğini soran bir yazı da vardı dergide. ‘Annesini kaybetmiş bir yavruyu öylece bırakıp gitmek insanca bir davranış olamaz’ diye düşünceler dile getiriliyordu.

Elbette büyükler de böyle şeyleri merak etmişlerdir. Ancak çocukken bu konuya daha duyarlı olduğumuz açık. Bunun bir çaresini bulabilirler mi acaba büyükler? Bizler de elimizden gelen çabayı göstermeliyiz.

Tüm bu duyarlı yazılara National Geographic Dergisi’nin sadece fok yavrusu için verdiği cevapla (diğer sorulara da cevap sayılabilir - yetersiz olsa da) sizi baş başa bırakayım. (Her şeye rağmen yine de yapılacak bir şeyler olduğuna inanıyorum, duygusallığın ötesinde etkin bir müdahaleye.)

Derginin cevabı şöyle: “Fotoğrafçı Maria Stenzel’in küçük fok yavrusu ile Antarktika’da yaşadığı bu üzücü durum, tüm belgesel yapımcılarının sık sık yaşamak zorunda kaldığı zor anlara sadece bir örnek. Maria, ‘Yeni doğmuş Weddell foku yavrularının sadece yarısı bir yaşına basıyor. Bunu öğrenmek beni gerçekten üzdü’ diyor. Antarktika Anlaşması araştırma amaçlı olmadığı sürece doğal hayata müdahaleyi yasaklıyor. Maria’nın görevi, orada gördüklerini sadece görüntülemekti. Maria ile birlikte sahada olan bilim adamı bile yasal olarak o yavru için hiçbir şey yapamazdı. Ölen yavru ve diğer yavrular annelerine doğru ilerlediler. Ama o yavru meme emmek istediği zaman reddedildi. Fokların, başka annelerin yavrularını emzirmesi çok nadir gerçekleşiyor, çünkü her anne fok, senede bir kez doğuruyor ve sadece bir yavruya yetecek kadar süt üretiyor.”

Hayat ne kadar acımasız değil mi?

Senih KAVLAK
27 Mart 2004, Cumartesi