Sn. Erkan Mumcu Kültür Bakanlığı sorumluluğunu aldığından bu yana, Bakanla
sinemacılar arasında adı konulmamış bir gerginlik sürüp gidiyor. Sinemacıların
birkaç on yıldır “umut” olarak baktığı Türk Sinema Kurumu yasası gerçekleşecek
mi bilinmiyor. Erkan Mumcu’nun verdiği izlenim, gerçekleşmeyeceği
doğrultusunda...
Sinemacılar harıl harıl raporlar hazırlıyorlar, Erkan Mumcu’ya iletmeye
çalışıyorlar.
Bu raporlar gönderiliyor ama ulaşıyor mu, belli değil…
Bir önceki Kültür Bakanı Hüseyin Çelik’in büyük bir sinema toplantısıyla
başlattığı Sinema Yasası çalışması, görünürde sürüyor. Çelik bir taslak
hazırlatmış, Kültür Bakanlığının web sayfasına koyarak eleştiriye açmıştı.
Sinema Kuruluşları on yılların özlemiyle bir kez daha gayretlendiler, kocaman
kocaman çalışmalar yaptılar, eleştirilerini gönderdiler. Taslak, bu eleştiriler
doğrultusunda yeniden toparlandı ve tam son bir kez birlikte görüşülüp Meclis’e
gönderilmeğe hazır hale gelecekti ki...
Bakan değişti…
Bakanlık Turizm Bakanlığıyla birleşti… Ortalık toz duman oldu…
Yeni Bakan Erkan Mumcu toplantıları sürdürdü. Ortalık duruldukça sinemacılar,
bir şeyler görmeye çalışıyordu. Sonunda belli belirsiz görüldü ki ağırlık
merkezi kaymıştı. Bu kez ağırlıklı olan Sinema Kurumu değildi. Asıl gereksemesi
duyulan ve hiç bir zaman üretilmemiş olan doğru Sinema Politikaları hiç değildi:
Erkan Mumcu, Özal tarzı bir politikacı olduğunu toplantılarda açıkça da
söyleyerek sinemanın politikaya değil, “piyasa desteği”ne gereksemesi olduğunu
söylüyordu.
Ona göre söz gelimi ABD’de bir dönem yapıldığı gibi, Sinema Sektöründen bir süre
vergi alınmayabilir, vergi dışı tutulabilir, ya da benzeri bir destek
verilebilirdi.
Bu arada piyasa koşulları Sinemayı da biçimlendirirdi!...
Gerçekten biçimlendirebilir miydi?
Sinema yapıtı da piyasada en tutulan peyniri üretip piyasaya çıkarmak gibi
değerlendirilebilir miydi?
Doğru olan, piyasa koşullarının filmleri biçimlendirmesi miydi?
Hollywood sineması İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra böyle bir sürece girmişti.
Çok satan filmleri yapan şirketler yaşayabiliyor, sanat yapıtlarına yaşam hakkı
tanınmıyordu.
Walt Disney tecimselleşmişti,
Chaplin “Limelight” gibi çingene pembesi filmler yapıyordu.
Welles Avrupa’da film çekme çabasına girmişti…
Eski büyük yönetmenler piyasadan çekilince Hollywood, yeni büyük yönetmen
yetiştirmedi… Artık ona sanatçı değil, zanaatçı gerekiyordu, parayı bastırınca
bunun da en âlâsını buluyordu.
Mumcu, sinema’dan gelmiş bir Bakandı. Yaklaşık on yıl sinema piyasasında
çalışmıştı. Sorunları bilmeliydi.
Hollywood’u, Amerikanın ürettiği liberal politikaların oluşturduğunu, Türkiye’de
hiçbir sinemacının piyasa koşullarının biçimlendirdiği bir sinemada yaşamak
istemediğini bilmesi gerekiyordu…
Uzak Doğu ve İran gibi ülkelerin Sinema Kurumlarıyla oluşturduğu doğru
politikaların bu ülkelerin sinemasının adını anılır hale getirdiğini bilmesi
gerekiyordu.
Ve en önemlisi, sinemanın bir sanat dalı olduğunu, bu öz içinden çıkarıldığında
“meta” olarak bile yaşamasının olanaklı olmadığını bilmesi gerekiyordu. Adına
“sinema” diyerek sanattan uzaklaştırdığı “meta”ı Amerika Birleşik Devletleri
bile elli yılı aşkın yapay solunumla yaşatıyordu. Bu yapaylık tecimselliğinde
değildi. Sanatmış gibi görünmesindeydi. Sonunda ipin ucu kaçtı. Doksanlara doğru
sinema “hüner”le eşitlendi. Hollywood’un başarısı bütün dünyanın gözünü
kamaştırdı; ama bu başarı yalnızca tecimsel (ticarî) idi.
Bir söyleşimizde Prof. Necdet Sumer diyor ki:
Sanat yapıtının metalaşması sanatın doğasına aykırı.
Çünkü sanatçının çabası meta üretimi olur, bu durumda sanatın ortadan kalkması
gerekir.
Sanatçının ürettiği şey, meta değildir.
Bu durum, paylaşma ihtiyacına da engel olur. Paylaşmanın insanca düzeni ortadan
kalkar. İnsanın yaşantılarının içerdiği temel değerler ortadan kalkar.
Bu karmaşanın benzer sonuçlarını bugün acılı biçimde yaşıyoruz. İletişim
teknolojisi de bu sorunu çözecek yerde ağırlaştırıyor. Tatsız durumlar çıkıyor
ortaya.
Küreselleşmenin kültür politikası gereği, “yapay kültür ürünleri” ile insanın
dönüştürülerek sermayeye kul oluşturulması işlevi sinemaya da görev olarak
verildi. Vıcık vıcık duygusallıklardan vaz geçildi, daha entelektüel havalara
bürünüldü. Bu da yetmedi, 20. yüzyılın büyük yazarlarına, filozoflarına, yepyeni
“global(!) entelektüelizm” ile bakan filmler yapıldı. Franz Kafka’ya,
Wittgenstein’a el atıldı. Düşüncelerinin sistematiği darma dağın edildi,
kişisellikleri, öznellikleri, dahası eşcinsellikleri bile, dile düşürüldü.
(…) sanat yapıtının metalaşması sorununun üstesinden gelinememesinin mantıksal
sonucu, sanatın ortadan kalkması olurdu.
Ama bu tehlike doğmuyor… Sanatın ortadan kalkması da söz konusu değil çünkü…
Ekmek, yemek kadar temel ihtiyaç…
Ve yedinci sanat sinema, bütün bunların dışında, dünyanın bambaşka köşelerinde
yaşamını sürdürdü: Uzakdoğu’da, İran’da, Avrupa’da…
Bu ülkelerin hepsinde, sinemalarını vahşi piyasa koşullarının darma dağın
etmesini istemeyen politikalar üreten Sinema Kurumları vardı.
Bu kıvılcım, sinema sanatının yeniden parlamasını sağlamıştır. İçinde
bulunduğumuz yıllarda sinema için tünelin öbür ucundaki ışık görünmüştür.
Hollywood’un, sinema olup olmadığı tartışılıp duran marifetleri süredursun,
Avrupa, Orta ve Uzak Doğu sinemaları, geleceğe yaptıkları insanca yatırımın
ürünlerini toplamaya başladılar. Polanski gibi, Costa Gavras gibi eski ustaların
uzun aralardan sonra usta işi filmlerini yeniden izlemeye başladık. Almadovar
gibi, Julie Taymor gibi yeni ustalar oluşmaya başladı.
Sinemamız da bu dönemi atlamadı. 1989 yılında -doğruluğunun ne denli
ayırdındaydı bilinmez- ama Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, Türk Sinemasına
aktaracağı parasal desteği Avrupa Konseyi’ne bağlı Eurimages fonundan geçirerek
vermeyi uygun gördü. Sanırım asıl amaç, bu üyelik nedeniyle ödenen paradan daha
fazlasını Türk Sinemasına akıtmak, böylece sinemacıların, gözü açılmadık
sığırcık yavrusu pozunda, ardına kadar açtıkları ağızlarını doldurmaktı aslında.
Ancak öyle olmadı. Eurimages -Türkiye bürosunun çalışması ne denli aksarsa
aksasın- destek vereceği filmlerin kimi ölçütlere uymasını istiyordu. Yani proje
destek politikaları belirliyordu ve bunlara yöneltecek ölçütleri vardı. Türkiye
sineması da bu ölçütlere uygun proje geliştirmek ve uygun filmler yapmak zorunda
kaldı.
Bunlar, “sinema”lıkları tecimselliklerinden önde gelen filmler oldu.
Eurimages politikaları Ömer Kavur, Yavuz Turgul gibi usta yönetmenlerin ortaya
usta işi filmler çıkarmasının yanı sıra pek çok yeni yönetmene de uygun bir
ortam sağlamıştır. Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Handan İpekçi, Nuri Bilge
Ceylan, Derviş Zaim, Ferzan Özpetek, Barış Pirhasan, Biket İlhan’ı sayabiliriz.
Bu ortamı, aynı dönemde, kurumsal politikaları ile destekleyen TRT Kurumunu da
göz ardı edemeyiz. Kimi zaman kendi içinde olanak vererek, kimi, kurum dışına
destek vererek yürüttüğü sinema politikalarıyla bir yandan genç sinemacılara
kısa film alanında ortam hazırladığı gibi, öte yandan yaptırdığı, ya da
yapılmasına olanak hazırladığı yeni yapıtlarla sinemanın yeni yönetmenler
kazanmasına neden olmuştur. Bunlardan Ziya Öztan, Tomris Giritlioğlu sayılmaya
değer…
Kuşkusuz bir yanıyla piyasa koşullarının belirlediği sinemanın, yalnızca “meta”
olmadığının, aynı zamanda insanların “Ekmek, yemek kadar temel ihtiyaç”ı
olduğunun ayırdına varmak ve buna uygun politikalar üretmek gerekir. Tecimsel
yanıyla sanat yanının kıl dengeler üzerinde yaşatılması, ülke kültürünün sinema
sanatıyla da yaşatılması için kesinlikle gereklidir. Sinemanın yalnızca “meta”
yanının öne çekilmesi ve çizilecek devlet politikalarının sıkı sıkıya buna
oturtulması, yeni ürünler verebilmek için sermayeye gerek duyan “sinema” için
“ölüm fermanı” anlamına gelmektedir.
Sinemayı piyasa dengelerinin dışına düşmeden, ama sanat yanını da yitirmeden
yaşatabilecek olan bu ince çizginin korunması, her ülkede ancak ve ancak
gerçekten uzman kurumlar tarafından sürekli gözetim altında tutulmasıyla
olanaklıdır.
Bunun için, dört temel işlevin yerine getirilmesi gerekiyor:
1. Sanatsal ve sektörel eğitim, destek ve geliştirme politikaları oluşturmak ve
yürütmek;
2. Ekonomik destek olarak akacak paranın piyasa koşullarında doğru kullanımını,
dengelemeyi ve denetlemeyi amaçlayan bir para yönetimi oluşturmak;
3. Ülkedeki, sinema ve görsel-işitsel alanın bilgilerini derleyip işleyecek bir
veri bankası oluşturmak;
4. Ortaya çıkan yapıtları, ülke kültür kalıtına (mirasına) katmak üzere zamana
karşı korunmasını sağlamak.
Türkiye’de var olan hemen bütün sinema kuruluşlarının katıldığı Sinema
Platformu, yaptığı çalışma sonucunda Bakanlığa gönderdiği raporunda bu dört
temel noktanın altını çizmişti.
Platform, Erkan Mumcu’nun, yapacağını söylediği “sonuç toplantısı”na bir öneri
yetiştirmekti. İstendi ki Bakan, sözünü ettiği “sonuç toplantısı”nda bu dört
işlevin birlikte çözüleceği bir yapılanma için hazırlanacak bir yasa tasarısının
muştusunu versin…
Rapor kendisine ulaştı mı bilinmez… Ama umulan olmadı... 27 Eylül 2003 günü
yapılan “sonuç toplantısı” Müzik ve yayın kuruluşlarının korsan yayın
sorunlarının sonuçlandırılmasına ayrıldı, sıra bir türlü sinemaya gelemedi.
Yalnızca bir nokta dışında: Sn Mumcu’ya göre, sinema alanındaki meslek
birlikleri de müzik ve yayın alanındaki meslek birlikleri gibi bir federasyon
oluşturmalı, tek çatı altında toplanmalıydı. Üstelik bu, yasal zorunluluk haline
getirilmeli, zorlanmalıydı.
Sinema örgütleriyle özel bir toplantı yapılmasının gerekliliği konusunda
Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı ve Sinema Genel Müdürünün o gün verdiği sözler,
Ekim başında Antalya Film Festivali’nde de yinelendi ama bugüne kadar yerine
getirilmedi. Şimdi duyuluyor ki, Sn. Erkan Mumcu, böyle bir toplantıda
sinemacıları konuşturmak yerine, sinemaya tecimsel destekler verecek önlemlerle
kestirip atmak amacındadır!..
Sn. Mumcu’nun yapmayı istediği anlaşılan, Sinema alanındaki bütün Meslek
Birliklerinin bir çatı altında toplanması, Sinema Kurumu yapılanması için son
derece yetersizdir, üstelik kuruluş aşamasında iktidar kavgalarını
kışkırtmaktadır. Oysa “Sinema Platformu” yapılanması, zaman içinde böyle bir
birliği kendiliğinden doğurma potansiyeli taşımaktadır. Doğru olan, bunu yasayla
zorlamak yerine doğal sürecin beklenmesidir.
A) TÜRKİYE SİNEMA KURUMU
Sanatsal ve sektörel destek ve geliştirme politikaları üretme ve uygulamasına
gereksinim duyulan Sinema Kurumu’nun ise, böyle bir yapılanmayla, en azından
başlangıçta, ilgisi olmayacaktır.
Sinemanın bütün alanlarında (kısa, uzun, belgesel, deneysel) doğru, orta ve uzun
vadeli politikalar çizebilecek, alanın kültürel, sanatsal özgürlüklerini elinden
almadan piyasanın oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunacak ekonomik
düzenlemeler ve politikaların geliştirilmesini göz ardı etmeyecek biçimde, zor
bir dengeyi tutturabilecek ve siyasi, bürokrasi, akademik ve sinema alanlarından
herkesin temsil edildiği yarı resmi ve özerk bir Sinema Kurumu'na mutlak ihtiyaç
vardır (Fransa'da CNC / "Centre national de la cinématographie" cnc.fr)
Kuruluş, Fransa örneğinde olduğu gibi, küçük bir kurulun yetkilendirilmesi ile
işe başlamalıdır. Bu kurul, bir yandan yukarıda sözü edilen destek
politikalarını dışarıdan uzmanlık hizmetleri de alarak çizer ve
gerçekleştirirken, karşılaştığı gereksemelerin de yönlendirmesiyle, belli bir
süre içinde hazırlayacağı yönetmelikler ya da önereceği yasalarla kendi (Sinema
Kurumu) yapılanmasını oluşturmalıdır.
Böyle bir yapının gerçekleşmesi, Sinema Platformunun, Sinema Kurumu içinde işlev
kazanması ve belki de gelecekte, Sinema alanındaki bütün Meslek Birliklerinin
Kurum çatısı altında bir araya toplanması potansiyelini taşıyacaktır.
Öte yandan Kurum, kendisi ile birlikle ve eş zamanlı olarak, bağımsız iki
kuruluşu da yetkilendirmeli ve doğurmalıdır.
B) FİNANS KURULUŞU
Sinema Kurumunun yanı sıra, para organizasyonunu piyasa koşullarında
gerçekleştirecek bağımsız bir kardeş kuruluşa gerek vardır. Bu kuruluşun
kadrolarında doğal olarak "bankacılık" uzmanları bulunacaktır. (Fransa'daki
örnek kuruluş IFCIC "Instıtut pour le Financement du Cinéma et des Industries
Culturelles" ifcic.fr ve ifcic.fr/pc/contenu.htm sayfasıdır.)
Sinemanın kendi biletlerinden kesilerek sektöre akacak gelirin yönetimi, bu
paranın piyasa koşullarında ve sinemaya kredi önceliği verilerek çoğaltılması,
karşılıksız desteklerin “uzun vadeli yatırımlar” olarak değerlendirilme
koşulları ile ekonomik ve kültürel getirileri, yeni yetişecek sinemacıların
eğitimi ve burslar için sağlanacak para, sektörün piyasa koşullarında bulacağı
krediler için kontr-garanti oluşturacak teminat mektubu verme, harcamaları
denetleme, görsel-işitsel alanda yapılanacak her türlü sigortacılığın koşulları,
bankacılık ve sigortacılık konusunda uzmanlık Finans Kuruluşu’nun çalışma
alanına girmelidir.
İstenirse kuruluş, Fransa örneğinde olduğu gibi bütün kültür alanlarını ve
onların piyasa koşullarında desteklenmesini de üstlenebilecek biçimde
örgütlenebilir.
C) VERİ BANKASI (GÖZLEMEVİ)
Son on yılda Türkiye’nin Üyesi bulunduğu Avrupa Konseyi’ne bağlı Eureka
Audiovisuel’den yine üyesi olduğumuz bir Gözlemevi doğmuştur (Observatory /
Observatoire www.obs.coe.int) Ancak bir yandan bu gözlemevine on yılı aşkın
süredir Türkiye görsel-işitsel alanından sağlıklı bilgi akamamaktadır, öte
yandan Türkiye görsel-işitsel sektörü, sinema dahil, düzenli bir araştırmaya
konu olamamakta, bu alandan bilgi toplanamamaktadır. Sonucunda da alana yatırım
yapabilecek yerli-yabancı herkes için, Türkiye görsel-işitsel alanının, nasıl
bir şey olduğu bilinememektedir.
Bütün bilgilerin bir dizge içerisinde toplanması ve düzenlenmesi için Türkiye’de
bir veri bankasının kurulmasına mutlaka gerek duyulmaktadır. Bu kuruluş yine
Sinema Kurumu ile birlikte ve onun girişimci kurulu tarafından oluşturulmalı ve
alan uzmanları yönetiminde, hızla bağımsızlığına kavuşmalıdır.
D) ARŞİV
Türkiye’de, Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon merkezi, Türk Film
Arşivi, T.C. Kültür Bakanlığı Arşivi, Ordu Foto-Film Merkezi arşivi, TRT
Televizyonu arşivi gibi birbirinden bağımsız film arşivleri vardır. Bunları
olabildiğince bir elde toplamak, ya da hiç değilse aralarında eşgüdüm oluşturmak
üzere Sinema Kurumu’na bağlı bir Görsel-İşitsel Arşiv oluşturulması
gerekmektedir.
Bu arşiv, sinema dahil görsel işitsel kültür kalıtlarının gelecek kuşaklara
aktarılmasını sağlamakla görevli olması yanında, telif hakları açısından
şiddetle gerekseme duyulmakta olan, “Legal Deposit / Yasal Örneklem” saklama
işlevini de yerine getirmelidir. Bu işlevlerin ayrıntıları da, yine
yönetmeliklerle ve çalışmanın gereklerine göre, zaman içinde
gerçekleştirilmelidir.
ÖZETLE
Adı ne olursa olsun, devletin yapacağı tecimsel destek sinemayı yaşatmaya
yetmeyecektir. Türkiye’de, Sinema, kurumsal olarak başka ülkelerin sinemalarıyla
da kültürel, tecimsel, eğitsel ve teknik alışveriş içinde bulunmalıdır. Doğu
Akdeniz, yerli olsun yabancı olsun bütün sinemacılar için son derece uygun bir
merkez haline gelebilir ve gelmelidir.
Sinema yapıtlarının üretilmesi için tecimsel dünyanın çarkları arasında
ezilmekten kurtarılması gereken bir sürü yaratıcı hazır beklemektedir.
Türkiye’de sinema sanatının geleceğe ve gelişmeye açık ürünler verebilmesi bir
yanda, finans güçlüklerini aşmak için oluşturulabilecek fuar, pazar gibi
girişimler ve hem kültürel hem tecimsel düzeydeki uluslararası ilişkiler öte
yanda, Türkiye’nin bir an önce doğru çalışacak bir Sinema Kurumu’na kavuşmasını
beklemektedir. Doğru düzenlenebilir ve yönlendirilebilirse, sektörün tecimsel
kazançlarının geliri ile, sanatsal desteklerin, eğitimin ve yeniliklerin
organize edilmemesi için hiçbir neden yoktur. Bunun en yakın örnekleri, İran ve
Uzak Doğu sinemaları ile Bütün Avrupa’da sinema sektörlerinde izlenmektedir.
Bütün bunlar için mutlaka, düzenleyici özerk bir kurumun doğması ve büyümesi
gerekmektedir.
Doğru politika, tepeden devletin yapacağı destek ve yardımlardan artık vazgeçmek,
sinema sanatının ve sektörünün, üretim süreçlerinde olduğu gibi iç içe ve el ele
kendisini yönetmesine olanak sağlayacak düzenlemeyi hızla yapmaktır. Doğru
düzenleme, orta ve uzun vadede doğru sonuçları doğuracaktır.
Devlete düşen, bu düzenlemeyi, sinema sanatçıları, sektörü ve bilim insanlarıyla
el ele vererek zaman geçirmeden yapmaktır.