Sinema serüveniniz nasıl başladı?
Çocukluğumuzda televizyon bu kadar hakim değildi. Ailece haftada üç
dört kez sinemaya giderdik. Lise yıllarında sinema bir meraktan çok sevdaya
dönüşmeye başladı. Lise 1. sınıfta TRT'de Tarkovsky'nin `Stalker' filmini de
seyrettikten sonra ben sinemacı olacağım diye bir karar aldım. 1994 yılında
Mimar Sinan Üniversitesi'ni kazandım. Piyasada da çalışmaya başladım. Ne iş
olursa yaparım abi modeliyle reji asistanlığı, prodüksiyon amirliği, bir sürü
dizi, televizyon programı ve bir taraftan da müzik yazarlığı yapmaya
başlamıştım. 1999-2000 arasında Sinan Çetin'le reklamda çalıştım. Para kazanmak
amacıyla film işi yapamayacağım diye düşündüm. Çünkü piyasanın iyi niyetle bir
ilgilisi yok.
Rekabeti yoğun ve zor bir piyasa. Yaratıcı bir adam olarak bir yerlere gelmek
gibi bir planım olduğu için parayı ikinci plana atarak idealist olma konusunda
ısrar edeceğim dedim. Ondan sonra kısa filmler, `Almanya Rüyası' isimli belgesel
ve son olarak da İki Süper Film Birden'i yaptık. 40-50 kişilik bir ekibiz
aslında. İki Süper Film Birden'le merhaba dedik. Bu film bize bir sonraki filmi
yapacak imkan ve maddi destek sağlarsa hayatımız biraz daha kolay olacak.
Sağlamazsa işte biraz daha çalışıp yolumuza devam edeceğiz.
Peki bu yola hangi niyetlerle çıktınız?
Niyetimiz ticari sinemayla sanat sinemasının buluşacağı bir nokta yakalamaktı.
Aslında bu filmi çekmeye o minvalde başladık. Kendi adıma deneysel bir film bu.
Hedefi de sanat sinemasıyla ticari sinemayı bir noktada buluşturmak. Çünkü iki
ucun da bizi bir yere vardırmadığını düşünüyorum. Özellikle Türk sineması
babında. Bir yanda milyonlarca iş yapan kötü filmler bir yanda hiç iş yapmayan
çok iyi filmler gibi bir durum var ortada. Biz buna kendimizce bir çözüm veya
yeni bir bakış açısı getirmek istedik. Mizahla da bunun altyapısını hazırladık.
Bütün çekim ve montaj süreci de bu minvalde gelişti. Film vizyona girdikten
sonra yorumlara bakıyorum ya çok sevenler oluyor ya nefret edenler... İdare eder
diyenler az... Bu bir riskti. Biz bunu göze aldık. Şu andaki vaziyet böyle.
Gişede durum ne çok iyi ne de çok kötü. Bakalım işte, kendimize bir yol açmaya
çalışıyoruz. Bu ilk sınavdı. Yıldızlı pekiyi vermeseler de sınıfı geçtiğimizi
düşünüyorum.
Bu durum sizi ne kadar memnun ediyor?
Ben dürüstlük ve samimiyet gibi iki temel başlıkta bu projeyi yürüttüğüm için
kendi adıma memnunum. Bu filmim bir kapıyı açtı. Biz kapıdan ilk adımımızı
attık. Büyük laflar etmek değildi bu filmin maksadı. En azından burada sinema
sanatı ve sinema sektörüne dair fikirlerimizi ortaya koyduk. Sadece tek bir ana
cümlemiz vardı. "Hayallerinin peşinden git". Bunun kıymetli bir şey olduğunu
düşündük. Evet para da önemli o da bu da önemli ama en önemlisi sensin. En
kıymetli hazinemiz aklımız. Aklını da besleyebileceğin en önemli kaynak
hayallerin. Ve hayallerini kaybedersen her şeyini kaybedersin. Dolayısıyla
hayallerinin peşinden git dedik. Bu film yapmaya yeterli bir fikir. Bunu mizah
yoluyla demeye çalıştık. Aynı anda hem onu hem bunu diyelim gibi bir derdimiz
yoktu. Film bize benziyor. Bazı yerleri kopuk kopuk bazı yerleri bütünlük arz
ediyor. Bazı yerleri komik bazı yerleri trajik. Bizim kuşağı da genellikle ben
kofti anarşist olarak nitelendirdiğim için bunu da samimi bir şekilde ortaya
koyduğumuzu düşünüyorum. Bir arınmadır belki. Biz geçmiş 10-15 yılla hesaplaşmış
olduk. Bir defter kapandı şimdi ikinci defter açmayı istiyoruz.
Sinema çok pahalı bir sektör olarak biliniyor. Filminizin maliyetini nasıl
karşıladınız?
Biz iki yapımcıyız. Üç tane de ortak yapımcımız var. İmece usulü oldu. Herkes
kıyısında köşesinde biriktirdiği 20 milyar 30 milyar neyse bir araya getirdi.
Çok profesyonel bir ekiple çalıştık ama bizden başka bir işte aldığı paranın
çeyreğini aldı. Biz sadece adamın o dört hafta yaşaması için gerekli olan parayı
verdik. Bu kadar özveriye rağmen filmin 400 milyar bütçesi var. Daha azıda
matematiksel olarak olmuyor. Şimdi gazeteye reklam vereceksin 3.5 milyar.
Vermediğin zaman insanlar nereden duyup gidecek? 400 milyara böylece
ulaşıyorsun. Biz bir sonraki film için başka kaynaklar kullanıyor hale
geleceğiz. Kültür Bakanlığı'ndan para almam ama Euramaj'dan para alabiliriz.
Çünkü bakanlık borç veriyor. Ben senden de borç isteyebilirim. Yardım, destek
demek o değil ki. Devletin borç vermesi hoş bir şey değil.
Sizin için gişe başarısı ne kadar önemli?
Sinema kariyerinde ve film yapabilme anlamında gişeden gelecek olan para önemli.
Gişe filmi yapmadık ama bu gişenin önemini de azaltmıyor. Ama çok önemli olsaydı
kadroyu değiştirirdik o zaman. Beş tane televizyon yıldızı koyar bir milyon
seyirci rakamına ulaşırdık. Ben `Almanya Rüyası'nı cebimden binlerce Avro
harcayarak yaptım. Ve sonra CNN Türk'e komik bir paraya satıldı. Geliri yoktu
ama misyoner bir işti. Almanya' daki Türkler mevzusu. Kendimden yorum katmadım.
Almanya'ya gittim çeşitli sosyal sınıflardan, şehirlerden insanlar, röportaj
yoluyla kendilerini anlattılar. Almanya'daki Türkler hakkında fikir sahibi
olunmasını istedim. İnsanlar ne kadar filmini seyrederse sen o kadar
düşüncelerini ulaştırmış oluyorsun. Nasıl çok para kazanılırı değil nasıl daha
iyi paylaşılırızı tercih etmek gerekiyor.
Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yarışan filmlerden biri de size aitti.
Nasıl bir tecrübe oldu?
Geçen sene `Almanya Rüyası'yla belgesel yarışma bölümündeydim. Bu sene gerçekten
neler oluyor onu gördük. Geçen yıl gençleri ve yeni işleri destekleyen bir
yapıdayken bu sene mevcut yönetmenlerin onanması şeklinde oldu. Zeki Demirkubuz
da Nuri Bilge Ceylan da iyi yönetmenler ama ödüllere bakıldığında Özer Kızıltan
hariç yeni bir sinemacı desteklememiş oldu. O noktada jüri çok politik kararlar
verdi. Mesela `Takva` dokuz ödül aldı ama en iyi film alamadı. `Takva' dokuz
ödül alıyorsa en iyi filmin onun olması gerekiyordu. Zeki (Demirkubuz) en iyi
filmi aldı ama onun dışında hiçbir ödül alamadı. Ama yine de Antalya'nın Türk
sinemasını hareketlendirmek için bir çaba içerisinde olduğunu düşünüyorum.
Son yıllarda genç yönetmenlerin ilk filmlerini görüyoruz. Siz de bunlardan
birisiniz. Kendi kuşağınızı sinema ölçeğinde nasıl tanımlıyorsunuz?
Bizim kuşakla Türk sinemasının değişeceğini, ilerleyeceğini düşünüyorum.
2010'dan sonra Türk sinemasının dünyada etkili olacağına inanıyorum. Çünkü aktif
ve en azından piyasa koşulları anlamında da kendini yenileme ve ilerletme
imkanına sahip. Çünkü dünyada hiçbir sinema kendi sinemasına bu kadar sahip
çıkmıyor.
Fransa var ama devleti çok ciddi para harcıyor. Burada hiçbir yardım olmaksızın
geçen sene vizyona giren filmlerin yüzde 20'sinin Türk filmi olduğunu gördük. Bu
yıl da bayağı bir film çekiliyor. 40-50 film olacak gibi. Rekabet olunca gişe
filmleri de iyi olacak. Hani sadece Mehmet Ali Erbil'i koyalım parayı bulalım
olmayacak. Olamayacak çünkü bir sürü seçenek olmuş olacak. O manada rekabet iyi
bir şey. Herkes orijinal olmak zorunda olduğunun farkında. Çünkü ancak yeni
fikirlerin yeni anlatım biçimlerinin ayakta kalma ihtimali var. Bunun da bizi
bir yere taşıyacağına inanıyorum. Kendime de güveniyorum. Bir şeyler olacak ama
sabretmek lazım. 90'larda İran sinemasının tekabülu gibi 2010 sonrası da Türk
sinemasının tekabülu olacak. Ama esas bunun kriteri filmlerimizin yurtdışına
açılması.
Murat ŞEKER
1973 yılında İstanbul'da doğdu. 1992'ten itibaren belgesel ve dizi filmlerde
prodüksiyon sorumlusu olarak çalışmaya başladı. Osman Seden, Yusuf Kurçenli gibi
yönetmenlerle çalıştı. 1996'da ilk kısa filmi "-1"i çekti. Daha sonra çeşitli
video klipler çekti. Reklam filmlerinde Sinan Çetin ile birlikte yardımcı
yönetmen olarak çalıştı. 2003'de "Adak" adlı üçüncü kısa filmini, 2004'te ise
"Almanya Rüyası" adlı bir belgesel çekti. "Geçmişi Yaşayan Sokaklar" adlı
belgesel ve "Aşk Tutulması" adlı ikinci uzun metrajlı film üzerine çalışmalarını
sürdürmektedir.