Yapım Tarihi - 2007
Süre - 02:16:00
Bölüm Sayısı - 2
Format - Belgesel, Renkli, Zazaca, Mini Dv
Yönetmen - Caner Canerik
Müzik - Mikail Aslan, Connection Remaise Munzuri
1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinden; Türkiye’nin
büyük metropollerine yaşanan büyük –zorunlu- göçle birlikte milyonlarca insan
herhangi bir planlama yapamadan kendini bir anda büyük kalabalıklar içerisinde
buldu. Metropol kentlerindeki yaşama dair ne herhangi bir hayalleri vardı, nede
planları… Bir anda içerisine düştükleri, alışılmadık tempodaki yaşam mücadelesi
içerisinde, bir çoğu kayboldu, kaybolmak istemeyenler ise hayatı “kenarından”
yaşamak zorunda kaldı.
Ağırlıklı olarak “sol-sosyalist- komünist” olarak kendini tanıtan ve İstanbul’un
eğlence mekanı olarak tanımlanabilecek olan Beyoğlu’nda yaşayan insanlar süreçle
birlikte siyasal inançları ve yaşam tarzları arasında gidip gelmeler ve
inançsızlıklar, umutsuzluklar yaşadı. Bir süre sonra da, çıkış olarak “Dersim’i”
(Tunceli) ye geri dönüşü Kurtuluş ve tek hayal olarak yaşamaya başladılar. Tüm
çelişkilere rağmen bir yaşam modeli, bir ütopya ve bir hayal olarak benimsedi ve
“Dersimizm” adı verebileceğimiz adeta bir ideoloji haline getirdiler.
Kendilerini de “Dersimist” (Kürtçede de “Dersimli” anlamına geliyor) olarak
tanımladılar. Film, “ist” –İstanbul, İstiklal Caddesi- ironisiyle, bir kentten
benzer yaşam şartları, siyasal görüş, inanç ve kültüre sahip insanların
kalabalık bir mekanda, büyük metropolde aynı ortak mekanın içerisinde farklı
“uçlara” savruluşunu; kesişen yaşamların kesişme noktalarından bir sonraki
hikayeye geçişle aktarılıyor.
Belgeselden Hikayeler
Şükrü Aslan
Sosyolog
Şimdi, dersim halkı için iki defa göç yaşanmış. Ama kalabalık göç. Birincisi
1938/39 40 lı yıllarda. Bir diğeri 93-94-95 yıllarında göç yaşanmış. Şimdi, bu
ikisinde ortak bir taraf var- İkisinde Dersim halkı kendi istemediği halde
gönderilmiş. Onlara sizi buradan götüreceğiz. Demişler. 30’lu yıllarda “Sizi
buradan götüreceğiz” demişler ve kamyonlarla, trenlerle başka memleketlere
götürmüşler. Bunlarda ise “Siz çıkıp gidin Nasıl nereye giderseniz gidin. Yeter
ki buradan gidin” Yani bu iki göçte millet istemediği halde mecburen gitmiş. Bu
sebeple ki, nereye gitseler de akılları geride kalmış ”Keşke biz köendi köyümüze
tarlalarımıza, evimize mahallemize gitsek “demişlerdi. Akılları arkada kalmış.
Bu her yerde böyledir. İstemedin gizdenler arkasına bakarlar. Bu sebeple bizim
milletimiz kendi memleketinden çok sever. Nereye gitse yerleşseler, çalışıyor
olsa çocukları okusa da istiyorlar memlekete gitmeyi sebebi budur.
Gülten Kahraman
Tunceli Dernekler Federasyonu, TUDEF- Gönüllüsü
Adım Gülten Kahraman Çemişgezek, Hazariye köyü Ali Boğazı mezrasındanım “Cira “
mezrası… diyorlar adına
On kardeşiz biri düştü öldü. 1938 de çok öldürdüler bizden. Annem küçükmüş babam
küçükmüş.. O tarihten bu yana herkes bir yere gitti. Ben Çemişgezek’den, bizim
milletimizden birin evlendim. Biz Kürtler kızları dışarı vermeyiz hele Türklere
hiç vermeyiz. Ben evlendim. 4 çocuğum var. Oğlum ve eşim 96 da birlikte dağda
düştüler. Ondan küçük kızım Almanya’da. O karaciğer kanseri. Bende aynı kanser
hastasıyım…
Çemişgezek’de hem iş yoktu hem siyasi amaçlı çok eziyet ediyordu. Her Allahın
günü bizi götürüyorlardı. Beni de çok götürüp içeri attılar.. Hem
erkeklerimizden çok baskı gördük. “Bunlar kadın arka plandalar. Onlarla haber
olmaz bizim dediğimiz olur”. Hem böyle baskı gördük.. Hem de devletten baskı
gördük. Devlet gözlerin önünde alıp evleri yıkıyor gençleri vuruyorlar. Sen
nasıl durursun?. Vicdanım kabul etmiyordu. Ben kendimi atıyordum polis birini
döverse koşuyordum Koşuyordum,.. .kendimi önüne atıyor engel olmaya
çalışıyordum. Tanımıyordum çocukları ama onlar yüzünden kaç kere içeri girdim
bende. Orada içeride polislerden işkence gördüm. O haksız yere gördüğüm zulüm ve
işkence beni böyle komünist yaptı. Bu komünistlik onların değimiyle kötüyse ben
böyleyim. Kötüyse bizim millet desin sen kötü yapıyorsun. Vicdanım kabul
etmiyor. Kim olursa olsun… İster Türk, Laz Çerkez olsun, Bizim milletimiz,
Kırmanciyemizdir. İnsan nasıl milletine sahip çıkmaz, haksızlığa karşı çıkmaz.
Bende böyleyim işte.
Cengiz KAPMAZ
Gazeteci
Dersim’in bizdeki anlamı çok önemli. Neden önemli, Dersim bir sanattır. Dersim
topraktır, Dersim dildir. Dersim kimliktir. Biz Dersimiz.. Burada yapamıyoruz
Dersimi yaşayalım. Burada tek Dersim yok. Evet rengi, sanatımızı koyuyoruz ama
aslında bu Dersim özlemidir. Yani biz, Dersim Özlem ve hasretini getirip
koyuyoruz ki unutmayalım diye. Bunu diyebiliriz.. Ki unutmayalım. Çekiyor
Dersim; türkülerde, arkadaşlarda. Örneğin şimdi çıkıp Mis Sokakta otaracağım
arkadaşlar Dersimli. Cafeye gidip oturacağım, cafe Dersimlilerin. Bu Dersim’in
Özlem ve hasreti. Dersim yok burada. Ne yapacağız? Bir araya gelip Dersim
kültürünü yaratıyoruz.
Hasan Munzur
Müzisyen
Ben on senedir buradayım… Yağmurda, çamurda, karda otobüste minibüste getirip
götürüyorum çok zor. Otobüsün kapısı birden kapanıyor, iki kere az kaldı ki
sıkışıp sazım kırılsın… İki kere az kaldı ki tekerlerin altında kalayım… Ben bu
kazancımla götürüp kendime iş yeri açıyorum; arkadaşlarımız, yoldaşlarımız
gelip, “Yaw burası böyle olmuş, burası şöyle olmuş” Kardeş devlet iş vermedi
dairesinde ama bana ruhsat verdi “Sen zaten saz çalıp türkü söylüyorsun. Hiç
olmazsa git kendine iş yeri aç orada söyle”. Bak, onlar bize hak veriyorlar,
bizim kendisine “devrimciyiz” bilmem neyiz diyen arkadaşlarımız onlar gelip
bizim elimizden alıyorlar…
Yani sözü buraya getireyim kardeş, Bırakmıyorlar ki sen bir adım atasın. Yahu
durumum iyi olursa…. Benim durumum iyi kime zararım olur. Yok ama ”Onun durumu
kötü olsun, daima bize muhtaç olsun. Gelsin iş istesin, başını eğsin önümüzde”
Bizim milletimiz kötülüğü buradan kapmış, bu duruma gelmişler…bırakmıyorlar ki
bir adım atasın…
Esin
Öğretmen
Bizim insanlara diyorum ki, “Ben transseksüelim” Ama bizim insanlarımız
“Dersim’den transseksüel çıkmaz” diyorlar. “Bize ters” diyorlar. Bende diyorum
ki, “Bu duygudur, bu hissetmektir. Ama kabul etmiyorlar ve hiçbir zaman da kabul
etmediler. Okumuşlar ama yine de feodal yanları ağır basıyor.
6 Sene önce önce İstanbul’a geldim. Eyüp ve Beyoğlu’nda çalıştım. Sonra
Arnavutköy’e tayin istedim. Bu arada da Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinde bu
durumumdan dolayı psikolojik tedavi görüyordum. Sonunda rapor verdiler, dediler
ki, “Bu transseksüeldir” Sonra parasızlık nedeniyle tedavi olamadım. Tedavimi
yarım bıraktım. Ameliyat için çok para istiyorlardı ve benim de o kadar param
yoktu. Okul müdür AKP’liydi ve çok pislik yaptı, benimle çok uğraştı. Hakkımda
soruşturma açtı. Üstelik cinsel tercihlerim değil, farklı nedenlerle. Bende
dayanamayıp istifa ettim. Atılırsam geri dönemeyecektim, ama istifa edersem
dönebilecektim. Üç yıldır da böyle yaşıyorum işte. Yollarda, caddelerde
–geceleri- çalışıyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=c9TuTdntTEI
Dersim-ist nedir?
Türkiye'de işçi sınıfının neden başarılı olmadığına dair yapılan analizlerin bir
tanesinde, "İşten atılan bir işçinin açlıkla karşı karşıya kalmadığı, köyünden,
memleketinden gelen-yapılan- destekle hayatını devam ettirdiği, aç kalma korkusu
yaşamadığı için de mücadele etmediği" yönündeydi. Belki o çok büyük siyasi
analizlerin içerisinde hiç görülmemiş, kaybolmuş dikkate alınmaya dahi "değer"
bulunmamış bu çıkarımın ekonomik -- politik gerçeklikte çok önemli bir yere
sahip olduğunu her zaman düşünmüşümdür. "Batı" da yada "doğu" da yapılmış olan
"Devrim"lerdeki "motor güç" işten atıldıklarında gidecek yeri olmayan kişiler
olmuştur. Elbette ki tüm nedenleri alıp "basit" bir nedene indirgemek doğru bir
yaklaşım olmaz. Bu sadece bir tanesi... Bu saptamanın beni götürdüğü yer ise
kendi kendime "oluşturduğum" yeni bir siyasi literatür olan "Dersimist" oldu.
Komünist, Kapitalist, Faşist vs...vs.. "ist"lerden birisi gibi, bir yaşam tarzı
ve aynı zamanda Umut olan sadece dar bir bölge için tanımladığım gerçekliklerden
bir tanesi...
Dersim ve İstanbul
İnsan algısının en zor fark edebileceği "şey"lerden birisi, içerisinde bulunduğu
ve alıştığı, rütinleşmiş olgulardır. Hayatın içerisinde her gün gördüğümüz, bir
benzerini yada çok küçük farklarla değişken olan gerçeklikler ilgi alanımızdan
çıkarlar. Bir anlamda bu savunma mekanizmasının getirdiği bir gerçekliktir. Her
an, her şeyi sorgulamak, hayata karşı sürekli olarak bu şekilde yaşamaya
çalışmak kuşkusuz ki çok büyük bir enerji ve güç gerektirir. Bu nedenle ilk gün,
binaların kaç kat olduğunu dahi saymaya çalışarak gittiğimiz yolda bir süre
sonra dikilen onlarca katlı binaları dahi göremez oluyoruz. "Görülmüştür"
mantığıyla farklı ilgi alanlarına yöneliyoruz, o mekanlarda olmamıza rağmen
aklımız çok farklı yerlerde olabiliyor... Bir süre sonra görmemeye başlıyor ve
içerisinde kaybolup gidiyoruz. Bazen karşımıza çıkan küçük "uyarıcılar", "aynı"
olduğunu düşündüğümüz "şey" üzerine ilgimizi yeniden yöneltmemize yol açtığında,
var olan değişimleri ancak fark ediyoruz. Nazım Hikmet'in "Bir çocuk gibi
şaşarak, yaşamak" dediği gerçeklik yani özetinde...
İstanbul'da, Taksim Beyoğlu civarında yaşayan Dersimlilerin hikayesini
görüntülemeye karar verdiğim andan itibaren de bu gerçeklikle bir kez daha
karşılaştım. Gördüğümüz, tanıdığımız, konuştuğumuz insanların bir çoğu hakkında
çok az şey biliyor ve geçiyorduk... Bir dönem, "eski bir gazeteci" olan
arkadaşın mesleğinden vazgeçip bir cafe açmak ve kendi hayatını kendi kazanma,
küçük ama mutlu bir yaşam idealini gerçekleştirdiği bir mekanda, sadece bir
anlık da olsa tüm masalarda oturanların Dersimli olduğunu fark etmiştim... Hemen
hepsi Dersim'in farklı yerlerindendi ve İstanbul'un farklı bölgesinden
geliyorlardı. Saatlerce oturuyorlar bir şeyler paylaşıyor ve yaşamlarına geri
dönüyorlardı. Bir mekanda buluşsalar, bir bölgeden, bir kültürden gelmiş olsalar
da, bu kentte gayet insani bir şekilde farklı yaşam formları içerisinde
hayatlarını devam ettiriyorlardı. Mimar, mühendis, işçi, işsiz, garson,
gazeteci, yazar, müzisyen, heykeltıraş, ressam, esnaf vs...vs... Hayatın her
alanından çıkıp gelen insanlar. Aynı mekanda buluşan bu insanların peşine
takılıp yaşadıkları farklı dünyaları görüntülemek istemiştim. Şartlar buna izin
vermedi ne yazık ki ve "eski gazeteci" arkadaş dükkanı kapatıp tekrar "gazeteci"
oldu. Bir daha hiçbir yerde o kadar farklı yaşam alanlarından çıkıp gelen
Dersimlileri bir arada görme şansım olmadı. Projeyi biraz daha somutlaştıktan ve
asgari imkanı bulduğumda hayata geçirmeye karar verdim. "eski" yi elbette ki
hiçbir zaman yakalayamayacaktı ama yine de buluşma mekanı "Beyoğlu" idi. Bir
mekandan, bir caddeye, İstiklal Caddesi'ne genişletmiştim. Orada buluşan,
kalabalığın içerisinden "Ben Dersimliyim" diyen insanları alıp çıkarttım ve
onların hikayelerini görüntülemeye başladım. Proje halen devam etmekle birlikte
"İstanbul'daki Dersimliler" den yola çıkarak yaptığım "Dersim-İst"
tanımlamasının, bir anlamda bir "ideoloji" olduğunu fark etmem de çok uzun
sürmedi...
"Dersimizm" nedir, "Dersimist" kime denir?
Konuştuğum, söyleşi yaptığım ve hikayelerini aktarmayı kabul eden Dersimlerin
büyük bir çoğunluğu "düşük yoğunluklu savaş" sürecinde türlü nedenlerle
"göçertilmiş" insanlardı. Bir çoğu "Bir yolunu bulup" hayatını oldukça rahat bir
şekilde idame ettiriyordu. Ama istedikleri yaşam tarzını kuramayanlar ve rahat
bir hayat standardına rağmen kendini bu kente ait hissetmeyenler tüm sorun ve
sıkıntılarına çözüm olarak "Dersim" i gösteriyorlardı. Anti-sosyal kişilikler,
entegrasyon sorunu yaşayanlar, Dersim diliyle sohbet edemedikten sonra
sohbetlerin keyif verici olmadığını iddia etmeleri yada bu özlemlerin
gerçekleşememesinin getirdiği tahribattan dem vurabiliyorlardı. "İşsiz" kalmış
bir kişi çözüm olarak artık hiç kimsenin yaşamadığı ve zaten var olmayan alt
yapının iyice çöktüğü bir köyde, birkaç keçi, inek ve tarla ekerek yaşamaktan
bahsedebiliyordu. Karşı cinsle ilişki kurmakta sorun yaşayanlar "Dersimli" biri
arayışlarını, ısrarlarını inatla sürdürürken, en basit bir "yabancı"
yakınlaşmasıyla birlikte, tüm söylemlerinin aksine ilişkiler yaşadıklarına da
tanıklık yapmak olasıydı. Bu tarz örneklemeleri çoğaltmak mümkün. Özet olarak
şunu belirtmeliyim ki, özel yada genel tüm sorun ve sıkıntılarının çözümü olarak
"dersim" i gösteren bu insanların çok küçük bir bölümü, sıkıntıların "herhangi
bir şekilde" çözülmesi durumunda bu gün savunduğu tezi gerçekleştireceğini
belirtiyor.
"Dersimizm" diye tabir edebileceğimiz "ideolojiyi" benimseyen insanların önemli
bir bölümü, geçmişte farklı siyasi yelpazelerde aktif olarak yer almış ama türlü
nedenlerle bu hareketlerden ayrılmış kişilerden oluşuyor. İdeolojik olarak
herhangi bir siyasi yelpazenin, grubun, oluşumun içerisinde "üye" yada
"sempatizan" sıfatıyla artık yer almıyorlar. Çok kaba ve en bilinen örneklerden
biriyle tanımlayacak olursak, etnik kimlik olarak "Ne Kürt, ne Türk, ne Zaza" yı
benimsiyorlar. "Dersim ve Kırmanç" tanımlamaları ağırlık kazanıyor. Sınıfsal
perspektif olarak "sol" da yer alsalar da, "Türk solu" olarak gördükleri
Türkiye'deki sol hareketlere karşı "yarattığı asimilasyoncu rol nedeniyle" uzak
duruyor, Sivas, Erzincan, Muş gibi Alevi inancına mensup Kırmançların yaşadığı
bölgeyi "Dersim" olarak tanımlıyor ve "kendilerinden" sayıyorlar. Bu bölgenin
herhangi bir şekilde kendilerini ait olarak görmedikleri "diğer" etnisitelerin
eğemenliğine girmesine karşı bir duruş sergiliyorlar. Sosyal ilişki ve yaşam
tarzlarında içerisinde bulundukları mekanlarla yüzde yüze yakın bir uyum
--entegrasyon- sergileseler de, "ütopik" olarak "Alevi Kırmanc" felsefesini
hayata geçirmeyi hedefliyorlar. Bunu ne kadar gerçekleştirdikleri ve
yaşamlarında yer verdikleri konusu ise oldukça tartışmalı bir konu... Çünkü, var
olan yaşam biçimleri; dar ve kısıtlı alanlarda "kendilerini" yaşadıkları ve
"dışarı"da türlü mazeret yada kaygılarla bu gerçeklikten imtina ettikleri
görülüyor. Çoğu zaman yaşamı kolaylaştırma ve diyalog kurulmasındaki
kolaylaştırıcı rol nadir zamanlarda da "izmini" yaşayacağı ortamı bulamamak
gösteriliyor...
Çok basit ve dar kapsamlı bir alanda, küçük bir grubu kapsadığı düşünülse bile,
dünyanın dört bir yanına dağılmış ve "kendisi" gibi aynı şeyleri savunan, aynı
şekilde yaşayan insanları gördüğümüzde, sivil toplum örgütlülüğünün oldukça
düşük olduğu Türkiye'de azımsanmayacak bir kitle oluşturdukları bir gerçeklik.
Dağınık, düzensiz bir birliktelik mevcut. Geçmiş deneyimlerin getirdiği
antipatinin etkisiyle örgüt, dernek yada vakıf gibi örgütlenmelerin içerisine
girmiyorlar. Silah ve şiddet de bu bağlamda kendisine zaten hiç yer bulamıyor. "izm"
lerini nasıl gerçekleştirecekleri, ekonomik alt yapısının nasıl kurulacağı ve bu
hedeflerine ulaşmada karşılarına çıkabilecek herhangi bir örgütlü --silahlı yada
silahsız- güçle nasıl mücadele edecekleri gibi sorular boşlukta kalıyor.
Ağırlıklı olarak "bireysel" çözüm ve yaşam modellerini kapsıyor. Binlerce insan
bir ortak idealde buluşsa da, bu buluşma çok dar kısmi birliktelikler ve "grupçuk"ların
ötesine geçemiyor...
"Dersimist" Filmi de - tamamlanabilirse "inşallah"- yukarıda üst başlıklar
olarak özetlenen bu yaşam tarzını benimsemiş insanların hikayelerini, geçmiş ve
gelecek hayallerini, içerisinde bulundukları gerçeklikleri kendi dillerinde
aktarmayı planlıyor. İstanbul Beyoğlu'nun seçilmesi yukarıda da kısmi olarak
belirtildiği gibi "Dersimistlerin kaçış noktası" olması bağlamında önem
kazandığı için seçildi. Aynı düşünceyi birbirinden habersiz paylaşan ve yaşayan
insanların ortak buluşma noktası olduğu için tercih edildi. İki hafta içerisinde
yaklaşık 20 kişiyle söyleşi yapıldı ve 30 saate yakın görüntü çekildi.
Amaçlarımdan birisi; kuşkusuz ki İstanbul'da yaşayan Dersimlilere bir parça ayna
tutmaktı. Söylemler, yaşam ve çelişkiler, tutarsızlıklar, çaresizlikler,
özeleştriler... Milyonlarca kişinin içerisinde kaybolduğu bir kentin bir
caddesindeki bir kişinin, "bizden" bir kişinin hikayesiydi aktarmak istediğim.
Nereden geldik, nereye gideceğiz ? Belki de kendi hikayemdi aktarmak istediğim.
Ama genel anlamda, göçle birlikte batıya gelen insanların entegrasyon
sıkıntıları, asimilasyona tepkileri ve bütün bu açmazlar içerisinde bireysel yol
alışlarını gösterebilmekti. Şimdiye kadar yapmış olduğum çekimlerde, sıradan,
basit, rütinleşmiş yaşam hikayelerinin yanında açıkçası ezber bozacak, kendi
gerçekliğimizi yeniden sorgulatacak yada kendi gerçekliğimizle bizi yüz yüze
getirecek ve yüzümüzü kızartacak hikayeler...
Türkiye'nin, devletin çatışmalı dönemde plansızca yapılan göçertme politikasının
yarattığı ve halen de yaratmaya başladığı tahribatı görmesi ve çözüm
üretilebilmesi için küçük bir sunum belki bu... Herhangi bir şekilde
örgütlenmeyen sorunlarını bireysel yöntemler geliştirerek çözmeyi planladıkları
için yok sayılan, dikkate alınmaya binlerce insanların yaşadıkları ...
Kendi yarattıkları, aralarında herhangi bir gerçek bağ bırakmadıkları ve hayal
aleminde diye tanımlayabileceğimiz alanda yaşayan insanların hikayesi...
Adı hiç konmamış bir ideolojiyi, adı hiç konulmamış tarz ve yöntemlerle hayata
geçirmeye çalışan insanların hikayesi...
Hayatlarındaki tüm sıkıntıların Dersim'den ayrı yaşamak zorunda bırakıldıkları
için gerçekleştiğine inanan ve oraya döndükçe tüm her şeyin toz pembe olacağını
sanan insanların hikayesi...
Kaynak
Caner Canerik
Web Sitesi - www.canercanerik.com
Youtube Linki - https://www.youtube.com/watch?v=c9TuTdntTEI
Elektronik Posta Adresi - Canerik@hotmail.com