Görüntülenenler :
Musa Aslan
Kazım Aslan
Yazgülü Aslan
Ali Rıza Aslan
Şükrü Aslan
Kamer Dikme
Fintoz Dikme
Belgesel, 1961 Yılından itibaren Avrupa’ya işçi olarak giden Dersimli
göçmenlerin hikayesini, aileleriyle iletişim için kullandıkları teyp kaset
kayıtlarından yola çıkarak aktarıyor.
1938 Yılında yaşadıkları büyük trajedinin ardından zorla sürgün edildikleri batı
bölgelerinde şehir yaşamını ilk kez tanıyan Dersimliler, geri dönüş izni
aldıkları 1947 Yılından 14 Yıl sonra, bu sefer gönüllü olarak gurbet yollarına
düştüler.
Büyük bölümü okuma yazma bilmeyen, tamamına yakını erkek işçilerden oluşan, kent
yaşamını hiçbir şekilde tanımayan, Avrupa kültürü ve yaşam tarzı konusunda
hiçbir fikri olmayan ikinci büyük göçün insanları, büyük zorluklar ve
sıkıntılarla karşılaştılar.
Memleketlerine gelirken -yerel tabirle- “ Fors yaptıkları ” tüylü fötr şapka ve
dolaşırken omuzlarına astıkları teyplerden yükselen ses ilk dönemde büyük bir
prestij olarak kabul görse de, daha sonraki süreçlerde Avrupa’da adeta köle gibi
zorlu koşullarda yaşadıklarının ortaya çıkması bu iki sembole farklı bir anlam
yükledi.
Ancak, “Alamancılar”kısa süre sonra fötr şapkadan vazgeçseler de, teypden
(kasetçalar) uzun süre vazgeç-e-mediler. Duygu ve düşüncelerinin yazıyla
aktarımına yabancı oldukları içi,n teyp kullanarak yani bir tuşa basarak
memleketlerine haber göndermek yada memleketlerinden haber almak onlar için hem
daha kolay, hemde daha “canlı” oldu.
1938 Sürecine de Tanık olan, 1970 Yılında Almanya’ya gitmiş ve bir süre sonra
geri dönmüş olan Musa Aslan’ın hayat hikayesini merkez alarak oluşturulan
belgesel, yakın aile çevresinin diyaloglarıyla devam ediyor.
1974 Yılında Aslan’ın ağabeyi Hüseyin Aslan’ın hastahane odasında yapılmış olan
ses kaydı, 70’li yılların sonundan 1990’lı yıllara kadar oğlu Mehmet Ali’nin
babasıyla, yeğeni Fintoz Dikme ve eşi Kamer Dikme’nin aynı zamanda Hüseyin
Aslan’ın da oğlu olan Kazım Aslan ve eşi Yazgülü Aslan ile kurduları diyalog ve
tanıklıklar ekseninde ilerliyor.
Ailenin bir ferdi olan ve aynı zamanda Miman Sinan Üniversitesi’nde öğretim
üyesi olan Sosyolog Dr. Şükrü Aslan’ın bütün sürece ilişkin analizleri ise aile
içerisinde günlük ve sıradan bir mesele olarak yer alan diyalogların üst politik
gelişmeler ve yaşanan sosyolojik değişimine ilişkin yansımalarını göstermesi
bakımından önem taşıyor.
Belgeseli özel kılan bir başka yön ise bu gün artık yok olmuş olan yerel bir
Dersim ritüelinin de ses kaydına ilk kez yer vermesi. 1980’li yılların
başlarında terk edilen bu gelenek, insanların hayatlarını kaybeden sevdikleri
için, yerel şairleri çağırması onlar üzerine güzellemeler söyletmesini
içeriyordu. Bu gün Dersim’in en çok tanınan geleneksel müzik ustalarından bir
tanesi olan “ Sılo Qız “ ın 1979 Yılında, Almanya’da vefat eden Musa Aslan’ın
ağabeyi Hüseyin Aslan için söylemiş olduğu ağıtlar belgeselin finalini
oluşturuyor.
NAVA BELGESELİ BASIN BÜLTENİ
Dersimli işçilerin 40 Yıllık Avrupa Seslenişleri
Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün 50. Yılı geride kalırken, 1961 Yılından
itibaren Avrupa’ya çalışmaya giden Dersimli işçilerin hikayeleri de “Nava“
isimli belgesele konu oldu. Caner Canerik tarafından çekilen belgesel,
genellikle okuma yazma bilmeyen işçilerin Avrupa’dan teyp kasetleriyle
sağladıkları mektuplaşmalar üzerinden yola çıkarak hazırlandı.
1961 Yılında Türkiye ile Federal Almanya arasında imzalanan işçi göçüne ilişkin
anlaşma, Anadolu’nun bir çok bölgesinden Avrupa’ya bu gün sayıları on
milyonlarla ifade edilen bir göçün kapısını açtı. Öğrenciler ile başlayan ilk
süreci şoförler ve ardından da vasıfsız işçiler izledi. Lengerli Fötr şapka ve
omuza asılarak köy yollarında yüksek sesle dinlenen teypler, bu göçün Anadolu’ya
ilk yansıması olarak geri döndü ve göçü de tetikledi. “Tabi Almanya’ya gidip
gelenler oluyordu. Diyorlardı ki, ‘Almanya’da biz gidip düğmeye bastıktan sonra
oturuyoruz. Akşam oluyor, düğmeye basıyoruz, çıkıp –eve- geliyoruz. Yani bu
kadar’ Bende merak ettim. Dedim ki, ‘Eğer bu Almanya böyle bir şeyse , ne kadar
pahallıya mal olursa olsun, ben giderim Almanya’ya “ Ancak, belgeselde ana
karakteri oluşturan Musa Aslan’ın bu gördüğü hiçbir zaman gerçek olmadı.
Avrupa’da sabahın ilk ışıklarıyla birlikte düğmeye basılarak başlanan iş hayatı,
yine düğmeye basılarak sonlansa da, 8 saatlik uzun ve yorucu çalışma saatleri,
yine kendi değimiyle “ insanı helak ediyordu ” Görünen, gösterilen hiçbir zaman
“asıl gerçek “ olmadı. Zamanla teyplerin yerini Sarı Mercedes araçlar, fötr
şapkaların yerini modern kıyafetler alsa da çalışma şartları ve yaşadıkları
memleket özlemleri hiçbir zaman bitmedi.
Köylerinden daha iyi bir yaşam için yola çıkan insanların önemli bir bölümü,
değil Almanca yada bulundukları ülkenin farklı dilini bilmek okuma-yazma dahi
bilmiyorlardı. Memleketlerinden üç bin kilometre uzakta aileleri için
katlandıkları fedakarlık, aile özlemiyle adeta işkenceye dönüyordu. İletişimin
ağırlıklı olarak mektuplarla sağlandığı bu dönemde, duyguların yada düşüncelerin
iletilmesi yanıtın alınması iki bazen üç ayı bulan zaman gerektiriyordu. Bununla
birlikte okuma yazma bilen kişilere yazdırılan - yada okutulan- mektuplar aile
mahremiyeti konusunda sıkıntı yaratıyordu. Bu süreçte iletişim sıkıntısına çözüm
olarak bulunan kasetçalarlar ( Teyp ) ise omuza asılıp “zenginlik sembolü”
sayılmaktan öte bir işlev yüklendi . okuma yazma konusunda sıkıntısı olan
“Alamancılar” ailelerine hitaplarını kasetlere kayıt etti ve pilli
kasetçalarlarla birlikte memleketlerine gönderdiler. Her ne kadar Türkiye’ye
gönderilen kasetlerin önemli bir bölümüne, yine aynı kasete ses kayıt edilmek
suretiyle yanıt verilmesi Avrupa’dan gönderilen seslerin önemli bir bölümünün
kaybına sebep olsa da bu yöntem, bu Avrupa’da çalışan işçilerin yaşadıkları
sıkıntılı döneme ait elimizde önemli verilerin kalmasını sağladı.
Nava belgeseli, Avrupa’da çalışmaya giden işçilerin hikayelerini memleketlerine
yolladıkları bu kasetler üzerinden yola çıkarak aktarıyor. Ana dillerini ve
biraz daha kendilerine yakın bir dil olan Türkçeyi kendi aralarında ve sadece
kısa dalga TRT yayınlarından dinleyebilen işçiler, kasetçalarları kullanmaya
başladıktan sonra Anadillerinde de şarkılar kayıt edilip gönderilmesini
istiyorlar. Çünkü, memleketlerinde anadilleri yasaktır ve bir devlet kurumu olan
TRT’den dinleme imkanları yoktur. 1987 Yılında yapılmış olan ses kaydında Kamer
Satık, “Çocuklar oradan kaset doldurup yollamışlar. Bana da ‘ Baba, sende
Kırmanciki söyle gönder’ diyorlar. Ama yaşlılık işte söyleyemiyorum” dese de,
elinde curasıyla 1938’de köylerinde yaşadıkları katliamı anlatan ağıdı
söylemesiyle başlıyor belgesel. Ardından ise Dersim’in Salördek köyünde yaşayan
Aslan ailesinin 1938 Yılında başlayan birinci sürgünde yaşadıkları o dönemin de
aynı zamanda tanığı olan Musa Aslan’ın anlatımlarıyla sürüyor. Belgesel, bir
dönemi ve Özgün bir iletişim yöntemini bir ailenin, Aslan ailesinin sürgün ve
göç hikayesi paralelinde ele alıyor. Aslan sülalesinin en yaşlı üyesi Musa
Aslan’ın anlatımlarını yeğenleri Kazım, Ali Rıza, Yazgülü Aslan ile Fintoz Dikme
ve onun işe Kamer Dikme’nin tanıklıkları destekliyor. Bu gün artık aramızda
olmayan Mehmet Ali Aslan’ın babası Musa Aslan’a yolladığı ve işçilerin Avrupa’da
yaşadıkları sıkıntıların politik değerlendirmelerini de içeren kayıtlar ise
önemli bir gerçeği gözler önüne seriyor. Ailenin en genç bireylerinden olan ve
aynı zamanda da Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Sosyolog Dr.
Şükrü Aslan’ın göçe ilişkin sosyolojik tespitleri ise hikayenin üst politik
gerçeklerini izleyiciye ulaştırıyor.
Belgeselde, Dersim’in 38 sonrası ekonomik durumu, göçün yarattığı sosyolojik
değişimler, erkeklerin -adeta- tamamıyla gittiği bölgede değişen dengeler, tüm
iş yüküyle baş başa kalan kadınların yaşadıkları sıkıntılar, işçilerin ilk
süreçlerde yaşadıkları zorlukların politik analizi, ilk teyp ile karşılaşan
köylülerin komik davranışları, Avrupa’dan istenilenler, Avrupa’dan köydeki aile
meselelerine yönelik tespitler, kasetin hayatlarındaki yerlerinden, bu gün var
olan değişime kadar geniş bir alandan tanıklıklar yer alıyor. Bununla birlikte,
Musa Aslan’ın ağabeyi Hüseyin Aslan’ın vefatından birkaç yıl sonra, 1981 Yılında
geleneksel Dersim müziğinin önemli ozanlarından olan Sılo Qız’ı davet ederek
ağabeyinin hikayesini “müzikal” bir şekilde aktartmasının yer aldığı bölüm ise
bu gün artık var olmayan bir geleneğin izlerini taşıması bakımından çok önemli
bir kayıt olma özelliği taşıyor ve belgesel ile birlikte ilk kez yayınlanıyor.
2005 Yılında arşiv için kayıt çalışmasına başlanan Nava belgeselinin ilk
röportajlarına 2009 Yılında başlandı ve çekimleri Mayıs 2012’de tamamlandı. 75
Dakikalık belgesel HDV olarak çekildi. Araştırmasından, çekim ve montajına kadar
tüm aşamaları Caner Canerik tarafından gerçekleştirildi.