Müjde Arslan'ın yeni filmi "Kirasê Mirinê"- Hewîti - Ölüm Elbisesi- Kumalık
Bir kadını ne öldürür ? Erkeklik, tek başına iktidar olmak ve yok saymak mıdır
bizden saymadıklarımızı ? Bir erkeği kaç kadın tamamlar ? Bir kadını kaç erkek
tamamlar ? Bir erkek bir kadını neden öldürür ? Bir erkeğin tam olabilmesi için
kaç kadının ölmesi gerekir ? Bir kadın öldürmüş bir erkek, bir başka kadına
nasıl yaşam verebilir ? Ölmüş kadınlar mezarlığına dönen bir evde kim, nasıl
mutlu olabilir ? Annesi öldürülmüş bir kız çocuğu, annesini öldüren adama nasıl
baba diyebilir ? Bir erkek, bir kadını neden öldürür ? Bir kadın neden ölür ?
Bir kadın ölümü ne kadar yaşayabilir ? Bir olayı, bir hikayeyi anlatmak için
oturduğunda masaya, bir erkek kendini nasıl tanımlar ? Bir erkek bir kadını
nasıl anlayabilir ? Bir erkek, bir kadının hikayesini yazabilir mi ? Bir erkek
bir kadının hikayesini yazmalı mı ? Öldürülmüş bir kadın bir hikaye anlatsa
yazabilir misin ? Duyabilir, dinleyebilir, anlayabilir misin ? Zor sorular ve
bir o kadar da zor yanıtlar barındıran bir yazı girişi oldu.
Bir erkek diyor ki, “Benim kadınım bir süre sonra ölecek ve ben yalnız
kalacağım. Yalnız kalmamak için ben bir kadın alacağım !”
Bir kadın diyor ki, “ Ben hala yaşıyorum“
Aynı erkek diyor ki ; “Bir gün nasılsa ölecek ! “
Aynı kadın diyor ki, “Bir gün nasılsa ölecek diye yalnız kalmamak için yeni bir
kadın alması öldürdü beni“
Kadın ölüyor. Erkek haklı çıkıyor.
Erkek yeni bir kadın alıyor, kadın ölüyor.
Kadın haklı olarak ölüyor.
Koca koca adamlar ağaç gölgesinde, kıraathaneye benzer bir mekanda kulak kulağa
fısıldayarak gülüşüyorlar. Farklı bir mekanda üç kadın üçgen oluşturmuş
oturuyor. Bir erkek öne çıkıyor. Erkek gibi konuşarak kendinden ve
ihtiyaçlarından bahsediyor. “İki yetmez!” diyor. “Üç olmalı. İslam’ın helalliğe
4’tür hatta” diye ekliyor. Bir gözü kendisini izleyen arkadaşlarında.
Suudi kralına kadar gidip Örnek veriyor. “Ekonomik sıkıntılar” uçkurunu bağlamış
olmalı ki, kendi gerçeğiyle yüzleşip şeriatın kendisine helal kıldığı rakama
dönüyor tekrar. Her cümlesini tamamlamasının ardından bir kadın müdahale ediyor
uzaklardan ve bir erkeğin, bir aşkı, sevgiyi, kadını nasıl öldürdüğünü
anlatıyor. Erkek ise her öldürdüğü kadınla birlikte nasıl mutlu anlar yaşadığını
ve hayatın nasıl anlam kazandığını aktarıyor…
Yönetmen Müjde Arslan’ın ilk belgesel filmi olan ‘Kirasê Mirinê- Hewîtî” var
olan bir gerçeği yüzümüze bir kez daha çarparken, içerisinden çıkılmaz, zorlu
sorularla filmin hemen başında bizi baş başa bırakıyor ve Kızıltepe’ye doğru
akmaya devam ediyor.
Arslan, tüm yaptırımlara rağmen bu gün hala bölgenin bir gerçeği olan kuma
gerçeğini, çok eşliliği ele aldığı Kirasê Mirinê- Hewîtî filmiyle ilk kez
seyirci karşısına çıkarken, Özgün kurgu mantığı ve çarpıcı anlatımlarla
izleyiciyi filmin içerisine çekiyor. Bir erkek olarak izlendiği zaman,
hemcinsimiz olan filmdeki erkeklerle özdeşleşmek, onlarla bir olmak ve onları
anlamak bir yana hayatın içerisinde Mazlum ve sessiz bir şekilde göz göre göre
öldürülen kadınlarla bir olmayı, onlardan yana tavır almayı ve erkekliğimizden
utanmayı sağlayacak kadar güçlü bir anlatım ortaya çıkartmış.
Yaşlı başlı dininde imanında olan adamların artık kamil sayılıp bir kenarda
oturmasını beklerken onların hala dünyevi ve kişisel tatminler peşinde koşmaları
ve daha vahim olan da bu kişisel istemlerinin gerçekleşebilmesi için bir yada
birden çok insanı feda edebilecekleri gerçekliği ürkütüyor ! Elbette ki bu “feda
edilebilecek insan” kadınlar oluyor.
Anlamakta, anlatmakta zorlanıyorum. Hep annemiz, teyzemin, ninemiz olarak
karşımıza çıkan, başı örtülü, yüzünde yıllarca çektikleri çilelerin izlerini
barındıran insanlarımızın haykırışlarını duyunca, yaşamak zorunda kaldıkları
işkenceyi ve canlı canlı gömülmelerini dinledikçe isyan etmemek elde olmuyor.
Nasıl yapabilir ? Bir erkek, nasıl olur da kendi keyfi zevkleri için bir başka
insanı öldürebilir… Evet “öldürmek” olarak tanımlıyorlar filmdeki kadınlar.
Evlendikleri adamların yeni bir kadınla evlenip, onu eve getirmesini “ruhlarının
ölmesi” olarak tanımlıyorlar uzaklarda yaşayan kadınlar dil birliği etmişçesine.
Aynı evde yaşamak zorunda bırakılmak ise cehennemden farklı olur mu ki ? Olmuyor
ve bilmek elbette ki yaşamadan pek imkan dahilinde gibi gözükmüyor. Bu
bağlamda ise Arslan’ın var olan gerçekliği kendi aile çevresinden aktarması kısmi
bir yakınlaşma sağlıyor.Söyleşi yaptığı karakterler, yakın akraba ve tanıdık
olmalarından ötürü, arada var olan kamerayı adeta unutarak hikayelerini ve
yaşadıklarını aktarmaları daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. Yaklaşık 40
dakika Süren filmde adeta her 5 dakikada bir farklı bir çift kuma ve onların
eşleri çıkıp kendi hikayelerini anlatıyorlar. Birkaç cümle tekrar gibi gözükse de
çok kısa bir süre sonra aynı olmadıklarını her insanın yaşadıkları sıkıntının ve
ölümün farklı olduğunu görüyoruz. Erkeklerin pişkinlikleri ve kadınların Mazlum
halleri, mağduriyetlerine yeniden farklı yönleriyle Tanık olmak ise elbette ki
çok daha üzücü oluyor. Pamuk tarlasında söyleşi yaparken, başını eğmiş ve
pamukların arkasından konuşan bir yaşlı teyzenin görüntüsü “detay” görüntüyü
çağrıştırıyor. Bir süre kamera sabit kalıyor ve yaşlı kadın doğruluyor. Eşini
nasıl sevdiğini, ona nasıl kaçtığını ve yıllar sonra eşinin bir başka kadınla
evlenerek kendi ruhunu nasıl öldürdüğünü gözyaşlarıyla anlattığını görüyoruz. Ne
söylenebilir ki ? Akıp giden gözyaşlarının düştüğü topraklardan ne mahsul
alınabilir ki ?
Mazlum ve mağdur insanların hikayelerini çoğaltmak, farklı versiyonlarıyla
onları filmden alıp yazmak olası. Ama filmi izleyip orada, kendi ağızlarından
dinlemek en iyisi. Müjde Aslan, Kirasê Mirinê- Hewîtî” belgeselinde Özgün bir
anlatım dili yakalamayı başarmış. Klasik belgesel formatlarının dışında
gazetecilik geleneğinden gelmesinin etkisinden olsa gerek ki, görüntüden ziyade
anlatım ve hikayelerle devamı sağlamadaki Özgün ve ustaca aktarımı filmi
durağanlıktan kurtarıyor. Filmi Özgün kılan en önemli ayrıntılardan birisi de
zaten bu anlatım dili. Yönetmen, detay görüntü adeta hiç kullanmadan kullanmak
istediği röportajları keserek birbirine eklemiş. Görüntü, aks atlaması gibi
standart “kuralları” bir yana bırakması ve diyalogları, anlatımları esas alması
filmin etkileme gücünü arttırıyor. 30-40 saniyelik Süren anlatılarda bir iddiaya
yer verilirken onun hemen arkasından karşı görüşün de verilmesi bir araya
gelmeleri ve özgürce tartışmaları neredeyse imkansız olan evin erkeği ve 2. yada
3 evliliğini yapmış olduğu “ eşinin“ (?) aynı platformda seslerini duyurmalarına
imkan vermiş. Filmin tek eleştirilebilecek yönü ise müzik kullanımı ve hikayeler
arası geçişlerde yönetmenin klipvari düzenlemeleri. Bu tarz, filmin Özgün
anlatımına zarar verirken bir yandan da filmi birkaç parçaya bölerek seyirci
üzerinde yarattığı etkiyi azaltıyor-dağıtıyor.
Kirasê Mirinê- Hewîtî” Müjde Arslan’ın ilk belgesel filmi olmasına rağmen,
yönetmenin akademik eğitimi ve sinema sektöründeki teorik birikiminin, kültür
sanat alanında gazetecilik yapmış olmasının ve hepsinden de önemlisi o
coğrafyanın bir insanı olmasının yeni yetişen nesille birlikte dünyayı farklı ve
değiştirilebilir kılınabileceğine olan inancının izlerini taşıyor. Zaten
Aslan’ın filme görüntü, anlatım tarzı ve ben eleştirsem de müzikleriyle attığı
Özgün imzası, alışılagelmiş formatın dışına taşıyor ve bu bağlamda devrimci bir
nitelik kazandırıyor.
Müjde Arslan’ın Kirasê Mirinê- Hewîtî” filmi 15 Nisan 2007 Tarihinde İstanbul
Film Festivali bünyesinde gösterilecek !
KurdishCinema, 19 Mart 2009
Caner Canerik
Kirasê Mirinê- Hewîtî" (Ölüm Elbisesi) filminin ilk gösterimi İstanbul Film
Festivali'nde 15 Nisan'da yapılacak.
Kısa filmi ‘Son Oyun’ ile birçok ödül alan Müjde Arslan, bu kez doğduğu
topraklara çeviriyor kamerasını. Arslan’ın Mardin’de çektiği ‘Ölüm Elbisesi-
Kumalık’ adlı belgesel, değersizleştirilen kadınlığın dokunulmaz erkeklik
karşısındaki yenilgisini, kumalık adlı Can sıkıcı ve Can yakıcı geleneğin
kadınları nasıl ‘öldürdüğünü’, halası Emine ve diğer kuma giden kadınların yaşam
öyküleri üzerinden anlatıyor.
After having won several awards for her short film ‘Last Game’, Müjde Arslan
turns her camera on the place she was born. In her documentary ‘A Fatal Dress-
Polygamy’, she explains how the suffocating and punishing tradition of kumalık,
a form of polygamy, Can “kill” women, who are devalued and helpless in the face
of impunable men. It is dedicated to the life stories of her aunt and other
women who go the way of kumalık.
46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, Belgesel Film Yarışması, Finalist. 2009
12. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, Türkiye'den Belgeseller. 2009
4. Uluslararası Mardin Film Festivali, Gösterim. 2009
21. Ankara Film Festivali, Ulusal Belgesel Film Yarışması, Amatör Belgesel Dalı, Finalist. 2010
4. Bursa İpekyolu Film Festivali, Gerçeği Söylemek Gerekirse Bölümü, Gösterim.
2009